Tarihe İz : Muallim Mahir İz 

Mahir İz, İstanbul 28 Ocak 1895 doğumludur. Geçmişi, Osmanlı bürokrasisi içinden gelen ve ilim geçmişi olan bir aileye dayanmakta. Babası Külahizâdeler diye anılan bir ilmiye ailesinden Seyyid İsmail Abdülhalim Efendi, annesi Raife Hanımdır. 
Babasının kadılık görevleri dolayısıyla, İstanbul’ da başladığı tahsilini Midilli; Medine ve arkasından Ankara’da Ankara Sultanisi(lise) ile tamamlar.
Parlak zekâsı, çalışkanlığı ve örnek şahsiyeti hocalarının dikkatini çeker. Daha 1916’ da Sultanî’ yi bitirirken, aynı okulunun birinci kısmına  muallim olma teklifi alır. Kendisine açtığı teklifi babasının, ‘kısmet reddedilmez’ uyarısıyla kabul eder. Ömrünün bundan sonraki elli sekiz senesini hasredeceği muallimliğe böylece başlamış olmaktadır.
Takdim yazısının, bir kitap için ne kadar önemli ve okumaya açılan bir kapı olduğu Yılların İz’ i okunduğunda daha yakından görülmüş oluyor. Okur, geniş bir kavrayışla ve zihne duruluk veren  Türkçe’ nin hakim olduğu takdim ile kitabı okumaya hazırlanmakta. Kitap, yazar ve okur  üçlüsü arasında kuvvetli aşinalık oluşturan bir takdim yazısı ile kitaba başlangıç yapmak, kitapla okur arasında sıcak bir bağ kurdurmaktadır. 
Mahir İz’ in muallimliğinin ayrı bir anlatım kudreti kattığı Yılların İz’ i, Türkiye’ de okuma klasikleri arasına girmiş bir kitaptır. Yazarın, kuruluş yıllarında 1920 ile  1924 yılları arasında  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde zabıt katibi olarak 4 yıl süre ile görev yapmış olması, kitaba alakayı artırmaktadır. 
Yılların İzi adlı hatırat, hocanın en çok okunan kitabı olmuştur. Bir mizan ve vicdan ölçüsü ile tartılan, ilmi bir arka plana dayanan, sağlam bir aile terbiyesini kapsayan muallimliğinden tezahür eden gözlemlerine dayanan bir hatırat. Nerede ise ömrünün tamamına yakını, son asır Türkiye tarihinin en fırtınalı yıllarında geçmiş. İşte bu bu fırtınalı yıllarda kendisi çok önemli tarihi, siyasî, sosyal, kültürel ve ilmî gelişmelerin bire bir  yanında, önünde ve yakınında yer almıştır.  
Bazen gözlemci, bazemeclisn yakın şahit, kimi  zamanda hadiseler içindeki bölümlerden birinde ‘oyuncu’ olmuştur. 
Sadece gözlemlerini yazmakla kalmamış. Yer yer, geniş arka planına dayanan bilgileri ışığında tahlil ve tenkidlere de yer vermiştir. Talebesi olan Yusuf Ziya Kavakçı’ nın ‘’’Yalnız hatırat maksadı temin etmez, her hadiseden sonra siz kendi fikirlerinizi ve mütalalarınızı da yazmalısınız’’ (Yılların İzi. S.402) uyarısı tesirli olmuş olmalı ki, kitap boyunca hemen her hadise ve çoğu şahsiyeti süzgeçten geçiren tahlil ve değerlendirmeler mevcut. Kaldı ki kendisinin de ’meslek ve mizacım mütemayil’ dediği kitaptaki şahsiyet tasvirleri ve dönem tahlilleri ayrı bir edebî değere sahiptir. 

Yaşadığı dönem, birinci dünya savaşı senelerinden başlayıp,  Osmanlı’ nın son dönemi ile Mütareke ve arkasından gelen Milli Mücadele dönemlerini içine almakta. Cumhuriyetin erken dönemi ile devam edip, 51. yıldönümüne kadar gelen bir devri kapsamaktadır.   
1920 senesinde Sivas kongre günlerinde gelen bir talimat ile tarihin değişen ‘devlet akışına’ yakından şahit olacağı günler başlamaktadır. O günlerde Sivas Kongresinde, Heyet-i  Temsiliye’ nin aldığı kararlar vilayetlere bildirilmeye başlamış. Buna göre Ankara’ da, Sultani muallimlerine de bu kararlara uyulması gerektiğine dair talimat, Ankara Vali Vekili Yahya Galip tarafından, duyurulmuş. ‘‘Amal-i milliye dairesinde hareket edeceğime dair ahd ü peyman ederim’’ şeklindeki karar, bütün muallimlere,  arkasından da Muallim Mektebinde toplanan tüm memurlara bir yol haritası olarak, uyulması ve uygulanması için tebliğ edilmiştir. Böylece Mahir İz’ in ifadesiyle ‘bîat-ı umumî’(s.69)  tamamlanmış olmaktadır. 
 Bu kararlar ile devletin ‘iş ve işleyişi’, bundan sonra  Heyeti Temsiliye marifetiyle Ankara’ dan  yürütülecektir. Peşinden Mustafa Kemal Paşa Ankara’ ya gelir. (27 Aralık 1919) Arkası sıra meclisin açılış kararı alınır. İşte bu yeni açılmakta olan/açılan Büyük Millet Meclisi’nde zabıt katibi olarak görevlendirilen Sultani muallimleri arasında Mahir İz’ de bulunmakta. Büyük hikâye, böylece yeni ve anlamlı bir safhaya geçmiş olmaktadır.   
Okurken yazarın ‘istitraden’ diye ifade ettiği, ana konu ile alaka kurdurucu, çağrışım yaptıran açıklamaları ayrı bir ilgiyi barındırmakta. Yeni bölümlerdeki her yeni açıklama, acaba şimdi arkasından ne gelecek şeklinde oluşan merakı, bir kat daha artırmakta. 
Kitap bir portreler galerisi şeklinde akışa sahip. Yazarın özel ilgisinden dolayı ilim ve edebiyat muhitleri başta olmak üzere idare, sanat, kültür ve siyasete dair çok miktarda yakın tarihî şahsiyetin ismi, bir şekilde yazarın hayatına ve ilgi alanına girmiş. Muallim Mahir Hoca, bu isimleri, yaşanmış ve gözlenmiş hatıralar eşliğinde  muhtelif cephelerden,  adeta kalp nazarıyla tanıtmakta bizlere.  
Mahir Hoca, erbab-ı ilimdendir. İlme meraklıdır. İlmî hakikatlere heveslidir. Bu sebeple muhitinin ağırlıklı bir kesimini ilim ve fikir adamları teşkil etmektedir. 
Şahsiyeti ve ilmi nedeni ile Mehmet Akif Bey’e  kuvvetli bir sevgi ve bağlılık duymakta. Bu hissiyatını, Akif Bey’ le ilgili her bahis açıldıkça açıkça hissettirmektedir. Farsça, Fransızca ve Edebiyat dersleri de aldığı Millî Marşımızın şairi ile ilgili gözlemleri, bize model bir insan portresi çizmekte: ‘’ Akif Bey, ya okur, ya okutur, ya yazar, yahut fıkra söyler veya dinlerdi. Abes ve manasız sözden sıkılırdı. Uzatmadan keser, başka lakırdıya geçerdi.’’
 Akif Mısır’ dan dönünce Mahir Hoca,  kendisine muhtelif ziyaretlerde bulunmuştur. En son ziyaretini Akif’ in ölümünden 25 gün evvel yapar. Zamanın haberleşme imkânları nedeni ile ölümünden ancak bir gün sonra haberdar olduğu için, cenazeye katılamaz. Bu durumdan çok büyük üzüntü duyar. Teessür içindedir. O sıralar görevli olduğu Beykoz Ortaokulunda ispirtizma tecrübesi yapan bir öğretmenin seanslarından birinde Akif’ in ruhunu çağırtır. Mahir Hoca, içindeki üzüntüye sebeb olan suali Akif’ e sorar: ‘’Aziz Üstadım, haber alamadığım için (size olan) son teşyi vazifesini yapamadım. Bana kırılmış olmanızdan şüphe ediyorum.’’ Derhal cevap verdi: ‘’Şüphene kırıldım.’’ Bu söz üzerine o kadar irkildim ki, kendimden geçtim. Çünkü Akif Bey, sözü hep böyle veciz bir tarzda söylerdi. Demek istiyordu ki: ‘’Ben seni tanımaz mıyım, kırılmış olmamdan nasıl şüphe ediyorsun?  Ben darılsam işte bu şüphene darılırım’’(s.254)(*) diyerek Mahir Hoca’ nın üzüntüsünü giderir.
İz Hoca, memuriyeti boyunca yazdığı şiirlerinde Maksud Kâmran, edebî ve sosyal konulardaki yazılarında “Namık Yaz”, ilmî yazılarında ise “Abdullah Söğüt” müstear adlarını kullandı.
Hoca hakikat adamı olduğu kadar hakşinas biri idi. Bunu da hayatının her aşamasında yaşayışı ile ortaya koymuş bir şahsiyettir. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde görevli iken kendi bölümü Tasavvuf Tarihine  bir asistan alınması gündeme gelir. İmam Hatip’e kaydettiği yıllardan beri tanıdığı Selçuk Eraydın’ a bir mektup yazarak bu asistanlık kadrosuna başvurmasını ister. 
Selçuk Eraydın’ ın(**) cevabı ise, talebeliğine yakışır bir mütevazilik ve asil terbiyeyi gösterir mahiyettedir:’’Ben kendimi o ders için layık görmüyorum. Fakat siz kabul ederseniz cesaretim artacak.’’ Asistan alımının sonraki kısmı ise, tüm hayatımıza ve özellikle akademik hayata model olacak mahiyettedir. Jürinin bundan sonraki işleyişinde, ahlâkını markalaştıran bir muallim modeli görmekteyiz. Bu  asistanlık kadrosu için başvuru açılır. İki başvuru yapılır. Bölüm hocası olarak Mahir Hoca, soruları hazırlar. Okul müdürüne verir. Müdürün ‘kendi asistanını alma hakkı’ olduğuna dair hatırlatmasına rağmen, kendi inisiyatifi ile asistan alımını kabul etmez. Bağımsız imtihan yapılmasını ister. Kendisi, adaylardan Selçuk Eraydın’ a olan sevgisinden dolayı jüri de yer almaz. İki kişilik bağımsız alım jürisi, asistan alım imtihanını yapar. Selçuk Eraydın, iki puan da fazla alarak, asistan olma hakkını kazanır.  Abdullah Mahir İz Hoca’ nın hayatı da, uygulamaları da model olacak örnekler barındırmaktadır.  
Mahir İz’in başlıca eserleri şunlardır: 
1. Adanalı Hayret, Hayatı ve Eseri (Tarih belirtilmemiş) 
2. Tasavvuf (1969) (Talebesi Selçuk Eraydın’ ın tuttuğu ders notlarından oluşmaktadır.)
3. Kısas- ı Enbiya (1972) (Ahmet Cevdet Paşa’ nın aynı adlı eserinin sadeleştirilmesi)
4. Din ve Cemiyet (1973) 
5. Yılların İzi (1975) 
6. Peygamber Efendimiz (1982) 
7. Üstadım Mehmed Âkif (2014)

Merhum Kabaklı Hoca, onun hakkında şöyle der: “Ne kadar çok seveni vardı; çünkü o ne kadar çok insan severdi. Millet, devlet, din namına en ufak bir meziyetiniz, gayretiniz mi var; onun gözünde devdiniz. Sizi sanki Peygamberi Zîşân, nizâm-i âleme memur etmişti. Öylesine gönülden büyültüş ile sever, teşvik ederdi. İnanmış, vatansever adam feragatinin kâmil nümûnesi idi. Tutmaya gücü yetiyorsa eğer, elinden tutmadığı genç – yaşlı değerler yok gibiydi. Gözünün bakışına vururdu sevgisi; mektuplarında, yazılarında satırlara sinerdi. Osmanlı Türkleri’nin efendiliği; levent endâmı, gür sesi, imanı, azmi ve tevâzuu ile Mâhir Hoca’da şekillenmiş, canlanmış, aramızda salınmış idi. Sohbeti nutuk olurdu, nutku sohbet; içeriden konuşurdu.(…) Ona bakar, onu dinler; Mehmet Âkif’in ne demek olduğunu anlardık. Bize Âkif’ten müstesna bir yadigârdı. Tarihin içyüzünü, kahramanlarını, korkakları, doğru ve yanlışları ile yaşamıştı, bilirdi.’’
Ders ve tedrisiyle, sohbetleriyle, duruşuyla,  kalemiyle, kelamıyla, çalışmalarıyla bir model muallim olarak yaşadı. Muallimliğin de ‘heyecan yüklü’ idi. Hafızasında yüzleri, binleri bulan sayıdaki beyitlerle ders anlatımını süslerdi. Derslerde güçlü hitabesiyle talebelerine yaptığı konuşmalar ile  ‘ruh veren’ hoca idi. Coşkulu ders anlatırdı. Talebeleri onu dinlerken hem ‘öğrenir,’ hem ‘duygulanır,’ hem de ‘heyecanlanırdı.’ Konuşmalarının neticesi en sonunda,  ‘toplum, insan, mahalle, komşu’ eksenine dayanırdı. 
Talebelerine sıkça şu sözü tekrar ederdi:  “Sadece eliyle çalışan, ameledir. Eli ve kafası ile çalışan, ustadır. Eli, kafası ve kalbi ile çalışan, sanatkârdır.”(2)  

 

 

Talebe, Mahir İz Hoca’ nın birinci önceliği idi. ‘’Bir hoca için talebe, evlâttan daha evlâdır!.. En hayırlı vâris, talebedir!.. Evlât, idealini süistimal edebilir ama talebe etmez!.. Senin amel-i sâlihîni evlâttan ziyade talebe devam ettirir…”
 

 

O, sözleri ile yaptıkları birbirini tutan sanatkâr bir muallim idi.   
Yaşanan zor bir dönemin ardından açılan İmam Hatip Okulu ve Yüksek İslam Enstitüsü’nde hocalık, müdürlük ve muallimlik yaparken hep araştırmacı ilim ruhunu aşılardı. Talebelerine, ‘’kafanızın içindekileri sınıfa girerken, kapıdaki hayalî zenbile bırakın’’ derdi. İlim zihniyetinin saf bir zihinde oluşacağının bilinci ile ders yapardı. 
Talebelerinin içinde akademi, fikir ve iş alemi başta olmak üzere her kesimden pek çok kimseler bulunmaktadır. Okul derslerinin dışında geniş bir sohbet halkası vardı. Muallimliğini, dersleri dışındaki sohbetlerle de devam ettirirdi.  Muallimlik hayatında talebeliği de hiç bırakmadı. Odaklandığı ve çözmek istediği bir ilmî meseleye cevap alabileceği bir üstad hocaya ulaşabilmek için semtler arası yolculuklar yapar, daha uzakta olanlara mektuplar yazardı. Kendisine Türkiye’ nin her tarafından yazılan mektuplara da, muhakkak surette cevap veriridi.   
Türkiye’de çok ortaklı ve sivil inisiyatifle kurulan  şirketlerinin bilebildiğimiz ilk örneği ‘’Sönmez Neşriyat’’ tecrübesidir.  Hoca iki yıl bu şirketin idare meclisi başkanlığını yürütmüş. Bu şirket bünyesinde çıkarmakta oldukları Yeni İstiklal gazetesine 30 kadar başmakale yazmış. Sonrasında bu gazeteyi Mehmed Şevket Eygi’ ye devretmişler. O da devredilen gazetenin adını Bugün’ e çevirerek, basında 1966-1969 yıllarında ses getiren bir gazetecilik yapmış. Akabinde biraz da tecrübesizliğinin kurbanı olarak 1974 affına kadar yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştır.  
‘Değerlerimizi’ tanırsak, ‘değerimiz’ artar. 
Mahir İz Hoca, bu toprakların binlerce onbinlerce talebe yetiştirmiş muallim bir değeridir. İlim ve irfan yüklü hakikat davacısı, hakiki bir muallimi olarak hizmet vermiştir. 
Mahir Hoca’ nın hatıraları bir devrin seyir defteri mahiyetinde, oldukça zengin kelime kadrosuyla, latif bir Türkçe tadındadır.
Kitabın içinde yer alan başlıca konular: Önsöz, Niçin Yazdım, Şahsım ve Âilem, Babamın Midilli Kadılığı, Medine Yolculuğu, İstanbul’a Dönüş, Babamın Ankara Kadılığı, Ankara Sultanîsi, Hocalık Hayatım, Birinci Büyük Milleti’nin Açılışı, Mirlivâ Mustafa Kemal Paşa, Trabzon Mebusu Ali Şükrü, Şâir Mehmed Âkif Bey’le Tanışma, Ankara’nın Hükûmet Merkezi Olması, Şâir Mehmed Âkif Bey’le Hâtıralar, Ömer Ferid Kam, Yüksek Tahsil, İstanbul’daki Hocalıklarım, Ferid Bey’in Kıt’aları, Şair Muhyiddin Râif Bey’le Tanışma, Fuad Şemsi Bey, Maârif Mekteplerine Dönüş, Edremit Orta Mektebi, İstanbul’a Tayin, Hâfız Yusuf Cemil Ararat, Şiir ve Edebiyatla Alakadar Mektep Müdîrleri İle Toplantılar, Nişantaşı Erkek Ortaokulu, Hocalığa Dönüş, Celâl Bayar Bey, İstanbul İmam-Hatip Okulu, Yüksek İslâm Enstitüsünde Vazifelerim, Özel Okul İdareleri, Sönmez Neşriyat ve Matbaacılık A.Ş., Bulunduğum Cemiyetlerdeki İlmî Hâdiseler, Yakın Dostlar ve Vefalı Talebeler.
Mahir İz, 9 Temmuz 1974 tarihinde İstanbul’da Paşabahçe Devlet Hastanesinde dünya hayatına veda etti. Sahrayı Cedit mezarlığına defnedilen cenazesine, Ferruh Bozbeyli’ den başlayıp Vehbi Koç’a kadar geniş bir yelpaze ve kalabalık bir halk kütlesi iştirak etmiştir. Hoca’ nın cenazesi, yaşarken oluşturduğu ilim ve inanç yüklü muhabbetin, öldükten sonra vücuda gelen sevgi kervanı şeklinde kaldırılmıştır.
Rahmet olsun. 
Ruhu revanı şad u handan olsun.
Kaynakça:
1-    İz, Mahir – Yılların İzi – İrfan Yayınları 1. Baskı, 1975, İstanbul
       2-   Algül,  Hüseyin - Merhum Hocamız Mahir İz-15/06/2020 Düşüncefeneri 
(*)Bu üslubun günümüzdeki benzerinin kime ait olduğunu ya da ilhamla miras olarak, günümüz yazarlarından kime  intikal etmiş olabileceğini,  kültür ve edebiyat dünyamızın takipçilerinin bilgisine sunuyorum.
(**) Selçuk Eraydın, 19 Aralık 1995 tarihinde Miraç Kandilinde İstanbul’ da  İskender Paşa Camiinde yaptığı sohbetten evine dönerken geçirdiği trafik kazası neticesi  hayatını kaybetmiştir.