Müziğimizin ve Kültürümüzün İzinde Yol Hikayeleri

Müzik kültürü açısından sönen bir devrin arkasından yeni yeni kıvılcım çakan tomurcuk sancısı çeken neslin yetişmekte olduğu  bir devirdi bizim tahsil devrimiz. Musikide uzun kuraklık yıllarından sonra Türkiye’de 1976’da bu işin ilk mektebi açılmış. Bizim de okula kayıtta zorunlu alınacaklar arasındaki müzik aletimiz fülüt olarak kaydedilmişti. Bir dönemde keman idi zorunlu alınacak müzik enstrümanı. O yıllarda batılı paradigmalarla yetişen hocalarımızdan öğrendiğimiz fülüt parçaları da kendi değer ve tarihimizin derinliklerinden mahrum, ‘’şu boyda gitme gidenlerinen’’ parçası seviyesinde idi. Merhum Mümtaz Turhan’ın; ‘’Türk Maarif sistemini dünyanın en münbit topraklarından birisi  ortasından akan, büyük bir nehrin sularına dokunmadan dönen, muazzam bir çarka benzetebiliriz.’’ türünden bir durumdu yaşadığımız. İşte bu yıllarda kendi köklerimizi keşfimiz yine türküler ve 1970’lerde yayılmaya başlayan arabesk üzerinden informel yollarla olmakta idi.

”Şairim,

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,

Ayak seslerinden tanırım.” der Şair.

Okulumuzdaki yıllarımızda arabeskin yükselişte olduğu yıllardı. Bu akımların temsilcileri konumundaki Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur iki kutbun tutkun olduğu müzik adamları durumundaydı. Az da olsa Ümit Besen dinleyenler de bulunurdu. Okuldaki Orhancılar:

Kır gönlünün zincirini
Neşe mutluluk sar senin olsun
Senin benim olsun, bizim olsun
Unut acıları dünün olsun
Gün bugündür bugün
Ne dün ne yarın
Sev gönülden bu hayat
Sev bizim olsun

Şarkısı ve sözleri rehberliğinde hayata yeni anlamlar ve yorumlar katarak dünyada kendilerince yürüyüş yolları oluşturmaktaydılar.

Ferdiciler:

Daha arabesk, biraz daha damar ve Anadolu’dan gelip var oluş sancıları çeken yaralı bir kesim kabilinden:

Bir görünüp bir yok oldun gözüme
Esir ettin işven ile nazına
İnanmazsan yeminime, sözüme
Sen sevme, sevdiğimi bil yeter

Sözleriyle seven, koşan ama kavuşamayan daha acılı bir kesimin yürek seslerini terennüm ederek bu hayatta teselli bulurlardı. Hayattaki yürüyüş yollarının oluşmasında bu sözleri şahsiyet tuğlalarını oluşturan  dünyalarına azık ederlerdi.

İbrahim Tatlıses türküleri ile köklere doğru bir başka yolculuğa çıkarır. Onun her programı Pazarören’deki yatılı okul yıllarımıza  ve o yıllara dair yaşadıklarımızı hafızalarımızda yeniden tazeler.  

İnsanda hafızasında her şey bir şeyi, o bir şey de bazen bütün hayatını çağırıyor.

Bizim okuduğumuz yıllarda (1976-1982) Pınarbaşı Birlik otobüs firmasının 302 Mercedes otobüsleri ulaşımda pek bir revaçta idi… Türkiye’de bu otobüsler revaçta olduğu gibi bizim güzergahımız olan Kayseri-Pazarören yollarında da Pınarbaşı Birlik’in 302 Mercedes otobüsleri fazlaca rağbet görüyordu.

 Okulumuz öğrencilerinin büyük ekseriyeti ulaşım için Pazarören’den kalkan otobüsleri ve güzergahını kullanırdı. Bazen geç vakte kalanların,  2 km kadar yürüyerek kayseri Malatya yolu üzerindeki Turpet Benzinliği otobüs biniş noktası olarak kullandıkları olurdu.

Pınarbaşı Kayseri arasında yolcu taşıyan Pınarbaşı Birlik Otobüs firmasına ait 302 Mercedes marka otobüsler anayoldan Pazarören’e mutlaka uğrar. Kontak acentaları ile irtibat halinde Pazarören’den güzergahlarındaki yerlere gelip gidecekleri de indir bindir yapardılar.

Bu yolcu nakliye otobüsleri Pazarören’e uğrarken de, yatakhanemize ve dersliklerimize yamaç düşen yoldan okulumuzun duvarının yanını takip ederek çıkar ve çarşıda durur. Bu dönüş ve büküşlerdeki otobüsün motor sesi ve bağırtısı nerede ise okulun her yanından duyulurdu. Bu motor sesi ile geçen otobüsler Toros Çarşı’da yolcu iniş binişi yapardılar… Bizde okulumuza bu kadar yakından geçen otobüslerin her daim sesini özellikle kıvrımlı virajdan geçerken duyar, çoğu zaman da seyreder, bir yolculuk hikâyesine daha imrenen duygularla şahitlik ederdik…

Bizim için bu otobüs sesleri bazen memlekete kavuşmanın habercisi olur. Kimi zaman da memleketten gelirken otobüsten inince aileden ayrılığın veda sesine bürünürdü.

O yıllarda bir de Kayseri’de Bünyan Garajı vardı. Bünyan garajından kalkıp Pazarören’e uğrayan otobüsler diğer Pınarbaşı Birlik otobüslerine göre daha ucuza yolcu taşırdılar. Ancak köylere uğradıkları için arkadaşlarımızın pek tercihine malik olmazlardı. Bazı mecburiyet hallerinde Kayseri’ye gidişlerde bu köy otobüslerine binen arkadaşlarımızın, zaman zaman horoz, oğlak ve tavuk sesleri arasında yolculuk ettikleri olurdu. Bu otobüslerde:

Kalktı göç eyledi avşar elleri,

Ağır ağır giden eller bizimdir,

Arap atlar yakın eder ırağı,

Yüce dağdan aşsan yollar bizimdir.

Sözlerini kulaklarda çınlatan türküler çalar. Bünyan Garajı’na varmadan bu otobüsler Kayseri girişinde soldaki Avşar Mahallesi Yıldırım Beyazıt’a muhakkak uğrardılar.

O yıllarda okulun 1 adet siyah beyaz Tv’si vardı… Sanatçı, türkü ve müzik kültürümüze bu kanaldan seyredip dinlediğimiz programlar kaynaklık ederdi.  

Dışımızdaki kültür ve müzik dünyamızla irtibatımızı bu tek kanal siyah beyaz tv’nin muhtevası ile sağlamaktaydık. O yıllar itibari ile imkânlar ölçüsünde müzikli kültürel aktiviteleri,  bu tv yoluyla takip ediyorduk diyebiliriz.

Talebelik senelerimizde basın yayın hayatı da ağırlıklı olarak gazeteler  Üzerinden sağlanmaktaydı. Ülkede giderek yaygınlaşan siyah beyaz tv ve gazeteler yoluyla haber alma imkânlarımız mümkün olmaktaydı. Haberleşme ihtiyacımız ağırlıklı olarak basın ve siyah beyaz TV ile karşılanırdı. Kayseri’ye gidip gelenler muhakkak günlük bir gazete ile dönerdiler. Bu gazete Hürriyet olursa tüm haber sayfaları önce gazete tek parça halinde sonra da her bir okuyanın elinde sayfalara ayrılarak okunurdu. Kelebek ekinden sanat dünyasından haberler takip edilirdi. Mahmut Kılıçaslan bazı evlilik, boşanma vb haberleri ‘’vay…’’ diye başlayan cümlelerle tekrar ederek etraftakilere duyururdu.

Lise 2 ve lise 3 yıllarımızda(1981-1982) Pazarören’e günlük gazete de gelmeye başladı. Milli Gazete okuyanlar ‘’MG’’ tarafı dışa gelecek şekilde katlarlar, Cumhuriyet okuyanlarda ‘’C’’ kısmı görünecek şekilde taşırlardı.

Ortaklaşa sıraya girip bu bayiden her gün Milli Gazete alınırdı. Sınıftan, üst sınıflardan mutlaka her gün Kayseri’ye giden gelen bulunurdu. Sınıfa çoğunlukla Tercüman, kimi zamanlarda Hürriyet, Milliyet gazetelerinden de gelirdi. Ara sıra Fırt, Gırgır mizah gazeteleri de alınırdı. Töre, Hilal, Çaylak, Köprü  ve Türk Edebiyatı dergileri de okuma menüsüne seyrek zamanlarla da olsa dahil edilirdi. Bu gazete ve dergilerin fikri ağırlıklı olanlarına okuldaki alakadar hocalar ve onlara yakın öğrenciler sınıfa getirirdi.

1980 öncesi Türkiye’nin bir çok yeri siyasi görüşlere göre bölünmüş durumdaydı. Bu nedenle bir başka grubun gereksiz hışmına uğramak istemeyenler de halk muhayyilesinde bir parti kurmuştu: ’’Ekmek Partisi’’. ‘’Hangi partidensin?’’ ‘’Ben ekmek partisindenim’’  Tabi o dönemde hiçbir fikir taşımadığını söyleyenlere ‘’ot’’ denilirdi. Sol jargon ise bu tarz kişilere kendi jargonuyla  ‘’lümpen’’ derdi.  Okulda genel anlamda herkesin kendi siyasi bakış açısıyla bir toplumcu bakış egemendi. İstisnasız tüm gazeteler önce satır satır okunurdu. Sonra da gazete eğer Tercüman ise,  Nezih İzmiroğulları’nın hazırladığı Tercüman bulmacayı büyük bir keyifle doldururduk. 

Bir başka dünya ile irtibat vasitası pilli özel radyolardı. O zaman kulaklık olmadığı için sağ elde bel hizasında metal parlak kuşağı üste gelecek şekilde radyolar taşınarak dinlenirdi. Mustafa Budak, Abdurrahman Hamurcu ve Muşlu Hasan Şafi Kaçmaz radyosu olan isimlerden bazılarıydı. Bu radyolar, samimiyetlerine göre kimi zaman sahipleri ve arkadaşlarınca okulun uygun yerlerindeki çimenliklere uzanarak dinlenirdi. Kenarlarda olanlar da bu dinlemelere kulak kesilirlerdi. Mustafa Budak Orhan Ayhan anlatımlı Galatasaray maçları hiç kaçırmadan etrafındakilerle birlikte mutlaka dinlerdi.

Radyo tiryakisi Hasan Şafi Kaçmaz radyosunu yürürken ne kadar büyük bir odaklanma ile dinlemekteyse,  dershane ile yatakhane arasındaki paralel demirlere bir keresinde başını çarpmıştı.

Genellikle bir tatil olsa ve memlekete seyahat gözükse; memleketimizin tanınan, bilinen, iyi sesleri; Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve  İbrahim Tatlıses’in türkü ve kasetlerinden bu seyahatlerimizde haberdar olur, dinlemeye başlardık…

Nasıl mı?

Pınarbaşı Birlik otobüslerine Toros Çarşı’dan binerek Kayseri’ye doğru giderken, hem de bu 302 otobüslerde Orhan Gencebay’ın, Ferid Tayfur’un ve İbo’nun yeni çıkan kasetlerini dinlemeye başlayarak, haberdar olurduk.

Bu sanatçılar türküleri ve şarkılarını okudukça, sözleri ve  tınıları yanık bir sevda yükü ile bizi yüreğimizin bir kenarından kavrar. Alır memlekete ve daha kim bilir hangi gönül durağı olan bilinmez diyarlara doğru götürürdü. Sanki o bağrı yaralı biziz ve dağlar başında o yara ve sızısı ile dolaşmakta olan gönül dünyamız olurdu. Yüreğimizin bam telini titreten bir söyleyiş olmaktaydı bize tüm sanatçılar.

Pazarören’de okuduğum altı yıl boyunca hep böyle olageldi… Sanki içimize dış dünyadan açılan bir kapı gibi… Sanki iç dünyamıza dışarıdan açılan bir hayat ve müzik penceresi gibi… Hangi akşam bir tv kanallarında bu sanatçıların proğramlarını seyretsem o proğram  beni her zaman  Pazarören yıllarıma aldı götürmekte.

Elbette ruhumuza hitap eden, Neşet Ertaş, Nurettin Dadaloğlu, Yıldıray Çınar, Muzaffer Sarısözen ve Nida Tüfekçi gibi pek çok saz ve söz ustası bizi alıp yurdumuzun ufuk aşan diyarlarına sazlarıyla ve sözleriyle yolculuk ettirmekteler. 

Topraklarımıza gönül sadası olan tüm sanatkârlarımızın yaşayanlarını  sağlık ve afiyetle, ahirete göçmüş olanlarını da iyilikle, hayırla  yad ediyorum.

Sizlerle paylaşmak istedim değerli kardeşlerim…

Sağlıcakla kalın…