MAHMUD CELALEDDİN ÖKTEN(1882- 21 Kasım 1961)

Beslendiği Kaynaklar

Yedi yaşında kendisi de hafız olan annesi Güller Hanım’ın okuyup okutmasıyla hafız oldu. Kendisi bu durumu: “Mushafı açıp bakmadan, anamın ağzından geceleri yatakta şifahi olarak okuyup okutmasıyla altı ayda hafız oldum.’’ diye açıklar. Sonra on yaşında iken annesini kaybetti. Hem yetim, hem öksüz kaldı. On beş yaşında da biricik dayanağı olan ninesini kaybedince, kız kardeşi ile bir başlarına kaldı. Hayatının bundan sonraki yollarını, tüm yükü omuzuna binen ağırlığı ile yürüdü.

Trabzon Rüşdiyesini ve  arkasından Trabzon İdadi’sini birincilikle bitirdi. İlaveten Trabzon’da daha iyi yetişmesi için  medrese tahsiline devam etti ve tamamladı.

Bundan sonrasını oğlu Prof.Dr. Sadettin Ökten’in anlatımıyla dinleyelim. Kendisi 15 yaşında Trabzon’da bir camide mukabele dinlerken kalbine gelen bir şevk, bir aşk ile dua eder. Bu dua gönülden yakıcı bir duadır: ’Ya Rabbii! Bana bunun(senin kelamıyın) manasını anlamayı nasip et. Bende ölünceye kadar senin kelamının, kitabının dellalı olayım’’   Celal Hoca’nın bundan sonraki hayatı bu duasının izinde seyredecektir. 

Celal Hoca, İstanbul’a 1905 senesinde geldi. Dersiamların olduğu Fatih’e yerleşti. Ve Darülmuallimîn-i Aliye’ye(Öğretmen Okulu)(1905) girdi. Üç yıllık bu okulu bitirince Rüşdiye’de muallimlik hakkı kazandı. 1908’de Meşrutiyete denk gelen bu devrede, bir taraftan Arapça dersleri aldı. Bir taraftan da Darülfünun Edebiyat Şubesine kayıt yaptırdı. İkinci sınıfta iken, 1909’da Manisa Turgutlu Rüşdiyesi’nde altı ay kadar muallim olarak görev yaptıysa da tekrar İstanbul’a döndü ve Darülfünun tahsiline devam etti. 

İstanbul‟a dönünce  eski Ayan Meclisi Reisi Mustafa Asım Efendi‟den akşamları İlm-i Kelam okudu. İlaveten yine eski Fetva Emini Muğlalı Ali Rıza Efendi‟den Fıkıh ve Usul-ü Fıkıh okudu. Bunlardan başka hususi hoca Ali Fehmi Efendi‟den Arap Edebiyatı dersleri de aldı.

Celal Hoca’da,  aileden ve muhitten gelen manevi havanın da tesiri ile ilme ve din ilimlerine karşı güçlü bir alaka vardı. Fen ilimleri ile birlikte İstanbul’da Arapça, Farsça ve Fransızca’da öğrendi. Bunların yanında klasik kültürümüzün köklü eserleri, Hâfız, İbnü‟l Fârız ve Fuzûlî Divanlarından  okumalar da yaptı.  Üstad-ı Azimüşşanım dediği İzmirli İsmail Hakkı Bey’in Darülfünun’daki ilm-ı kelam derslerinden etkilenmiştir. Kendisine sahabe diye muhabbet gösterdiği, Babanzade Ahmet Naim Bey’de üzerindeki etkili olan şahsiyetlerden birisidir. Hocalık ilişkisi ile görüştüğü bir başka şahsiyet Mehmet Akif Bey’dir. Akif Bey, hem  Darülfünun’da edebiyat hocası olmuş. Hem de İttihat Terakki’nin İlmiye Mahfeli’nde kendisinden Arap edebiyatı dersleri alarak, iltifatlarına mazhar olmuştur. Düşünce ve ekol olarak Akif’le ilişkisi ve irtibatı devam etmiştir. Hatta Sultani muallimliği sırasında sene sonu imtihanlarına mümeyyiz(jüri) olarak Akif’i okuluna davet eder. Kendi ifadeleri ile sultanideki ‘talebe efendiler’i medresedekilerden daha başarılı bulur Akif.

Muhitini oluşturan şahsiyetlerin ağırlıklı kısmı, kendisi gibi hem medrese hem mektep mezunu idiler. Celal Hoca, işte bu istikamette doğu ile batıyı sentezleyen bir zihin ve düşünce çerçevesinde yetişti.

Darülfünun Edebiyat Şubesine imtihanla kaydoldu. Bir taraftan Darülfünun’a devam ederken, diğer yandan da dışardan takviye aldığı derslere devam ederek kendisini yetiştirmeye devam etti. O zamanlar Şehzadabaşı’nda Yavru’nun Kahvesi diye bir kıraathane vardı. Zamanın entellektüellerinin devam ettiği bir yerdir burası. Celal Hoca, Üstadım dediği Şevket Hoca’dan burada Arap Edebiyatı okudu. O zamanın Üstad hocalarından Ali Fuad Türkgeldi’den Siyasi Tarih dersleri aldı. Yeni öğrendiğimiz bilgidir. 1918 yılında bir taraftan medreseye devam ederek hadis ve tefsir alanında icazet almıştır.

Darülfünun Kelam ve Felsefe ile Arapça şubesinden iki ayrı sertifika ile  1912’de mezun oldu.

Sağladığı Değişim ve Dönüşüm

Celal Hoca’nın teorisi ve uygulamasıyla  bu ülkede sağladığı en büyük değişim ve dönüşüm;  İmam Hatip idealini hayata geçirmek olmuştur. İmam Hatip İdealinin, bir şuurla hayata geçirilmesiyle birlikte, İslam ilim idealinin de hayata geçirilmesi esas başarı kısmını teşkil etmektedir.

Türkiye’nin on vilayetinde 15 Ocak 1949’da, on haftalık İmam Hatip kursları açıldı. Açılan bu kurslara devam edenlerin, sayıları az,  yaşları epey ileri idi. Hatta bunlardan üç tanesinin ‘’beyaz sakallı’’ (ak sakal) oluşları zamanın basınına bile  konu olmuştu. 

İşte bunlardan İstanbul’da açılan İmam Hatip  kursunun başına getirmek üzere bir müdür arandı. Felsefeci getirilse, halk sıcak bakmaz diye düşünülmüş. Sadece dinî tarafı olan biri getirilirse başka mahzurlar doğar mı acaba  diye zamanın idaresinde, bir başka cepheden istifham oluşmuş. Nihayetinde bu iki özelliği şahsında toplayan, ‘modern hoca’ olarak gördükleri  Celal Hoca’da karar kılmışlar. Arayışların neticesi  Celal Hoca, İstanbul İmam Hatip Kursuna müdür olarak atanmıştır. Celal Hoca, bu kurslara kayıtlı öğrenci sayısını yüksek tutabilmek için çok çaba sarfetti. Öyleki yoldan geçen hamalları bile kayıt etmek için davet etmekteydi. Sebep kursların öğrenci yetersizliğinden kapanmaması idi. 

Celal Hoca, bu kursları yeterli görmemekte idi. Hoca bu konudaki görüşlerini çevresine, ‘’Bu on aylık kursta talebelere ancak ezan okuması öğretilebilir, bu süre zarfında imam müezzin yetişmez’’ şeklinde ifade etmiştir. Bu kurslar yeterli gelmemekte idi. 

Bugünün tabiri ile ‘yetmez ama evet’ anlamında bir hale karşılık gelmektedir bu durum. Celal Hoca bu aşamada yedi yıllık bir İmam Hatip Mektebi için çevresi ile istişarelere yapmış. Böyle bir din eğitimi okulunun prgram ve müfredatı için taslak çalışmalarına o seneden itibaren başlamıştı. 

Bir yıl sonra 1950 Mayıs’ında yapılan seçimle Demokrat Parti iktidara geldi. Celal Hoca, kafasında çoktan beri düşündüğü yedi yıllık bir İmam Hatip Mektebi tasarısını hayata geçirmek için harekete geçme zamanının geldiğini hissediyordu. İmam Hatipler için yedi yıllık bir program ve müfredat hazırlamaya başladı. Bu hazırlıklarında çevresindeki bazı isimlerden de yardım aldı. Bu isimler arasında Nurettin Topçu Hoca’da bulunuyordu. 

İmam Hatip davasını bir  başka vesile ile İstanbul’da evvelden görüştüğü Maarif Vekili Tevfik İleri’ye açmış. Kendisi aynı zamanda talebesi de olan Maarif Vekili, ‘Gelin görüşelim Hocam’ diyerek meseleye sıcak yaklaşımını kendisine idade etmişti.

Celal Hoca, 1951 senesi baharında İmam Hatip davasını görüşmek üzere iki kere Ankara’ya geldi. Yakın dostu ve İstanbul Sultanisinden talebesi Nurettin Topçu’yu devreye koyarak, onun arkadaşı olan Özel Kalem Müdürü Cahit Okurer vasıtasıyla,  Maarif Vekili Tevfik İleri’den randevu aldı. Randevuda tasarısını, aynı zamanda talebesi olan Maarif Vekili Tevfik İleri’ye anlattı. O da kendisine  ‘’Hocam, biz burada, Vekalette çok mahrem konuşamayız. Siz lütfen eve teşrif edin, der.’’  Akşam Maarif Vekili’nin, Sağlık Sokak’taki(*)evine gider. Orada projeyi dinleyen Maarif Vekili’nin eşi Vasfiye Hanım’da  Celal Hoca ile yakından alakadar olur: ‘’Tevfik Bey,  bu güzel projeye destek olun’’ diyerek, konuya olan desteğini belirtir. Merhum Celal Hoca, Vasfiye Hanım’ın bu yakın alaka ve desteğini ömrü boyunca unutmamış ve yakın çevresine bilhassa açıklamaya devam etmiştir.  

Tevfik İleri ile İmam Hatip Mektepleri projesi etraflıca görüşülür. Proje üzerinde mutabakat sağlarlar.  Konu Başvekil Menderes’e sunularak, tasvibi alınır.  Tevfik İleri ile bu konuda iki görüşme daha yapılır.

Talim Terbiye ve Diyanet İşleri Başkanlığı üyelerinden oluşan bir komisyon kurulur. En çok zorlandıkları konular, Arapça ve Kur’an derslerinin ana dilinde yapılmasıdır. Talim Terbiye’ temsilcileri bu konuya inkılaplara aykırı olduğu gerekçesiyle karşı çıkarlar. İlm-i Kelam dersini ilk defa duyduklarını söyler. Siyerin ne olduğunu sorarlar.

Komisyonda Diyanet temsilcileri de,  Felsefe gurubu dersleri ile diğer müspet bilim derslerinin  müfredattan çıkarılması yönünde görüş belirtirler.  Ancak Celal Hoca, olgun şahsiyeti, kararlı duruşu ve  arkasındaki  engin mahfuzatının ikna ediciliği ile bu konuların hepsinde birden, tasarısındaki ilk hali ile düşüncelerini kabul ettirmiştir.  Tabi ki epey zorlu engelleri tek başına aşarak.

Bu konuyu Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarından okuyalım:

 –“Celâl Hoca merhum, hak yolunda mücadeleci, azimli, kararlı bir insandı. İmam Hatip Okulları’nın Türkiye’de ilk açılışı onun azmi ve ısrarı sayesinde, lütf-i İlâhî’nin tecellisi ile olmuştur, dersek mübalağa etmiş olmayız.’’

Yetmişine merdiven dayamış olan Celal Hoca, İmam Hatip davasını  her aşamasında ve müfredatın Talim Terbiye’de onayı ile de tek başına uğraşır.

Programda, Kur’an-ı Kerim ve Arapça derslerinin asli harflerinde okunması planlanmıştır.  Celal Hoca’nın bu konudaki teklif ve  bütün ısrarlarına rağmen Talim Terbiye Dairesi buna izin vermez. Celal Hoca durumu Tevfik İleri’ye iletir. Tevfik İleri, Celal Hoca’dan ertesi günkü toplantıda tekrir-i müzakere istemesini söyler. Talim Terbiye Dairesindeki toplantıda Celal Hoca, denileni yapar. Maarif Vekili Tevfik İleri, bir müddet müzakereleri izledikten sonra ellerini masaya koyarak: ‘’İmam Hatip Okullarında bundan sonra Kur’an-ı Kerim ve Arapça dersleri asli harfleri ile okunacak’’ der ve yerine oturur. Dersler ve müfredat bu haliyle kabul edilir.

Önceki dönem bürokrasisinin devamı olan Talim Terbiye’de işler adım adım ilerlemektedir.

Müfredat konusu Talim Terbiye’de bir noktada gene tıkanır.

Buradan sonrasını Celal Hoca’dan dinleyelim:

‘’Nihayet bir gün, artık çok sıkıldım, rahatsızlandım… Sarı adam, gittiğimde artık yüzüme bile bakmaz olmuştu… Bastonuma dayandım:

-‘’Buradan doğru trene gideyim.‟ diye kalktım. Yalnız Tevfik İleri Bey’e bir daha uğrayayım, hem vedâ edeyim dedim. Tevfik Bey, o kırgın halimi gördü; rengimi beğenmedi:

-„Hocam, siz rahatsızsınız.‟ „Tevfik Bey, ben gidiyorum.‟ dedim… Üzüldü, düşündü:

‘’Hocam iyi sabretmişsiniz… Son bir çare olarak, meseleyi Adnan Bey’e açalım.‟ dedi. Birlikte Adnan Menderes Bey’e, başvekâlete gittik. Vaziyeti anlattık. Adnan Bey hayret etti, üzüldü. Tâlim Terbiye Dairesi’ndeki bir adamın, Bakana karşı koyduğuna şaştı:

‘’Bu derece mi Tevfik Bey?‟, „Evet, efendim, bu derecedir.‟ Başbakan biraz düşündükten sonra dedi ki:

‘’Hocam, yarın siz Tevfik Bey’e gelin; Tevfik Bey’le beraber Tâlim Terbiye’ye gidin… Ben aynı saatte baskın yapayım… Bir de bu şekilde tecrübe edelim. Belki Allah yardımcımız olur.‟

Ertesi gün Adnan Bey’in dediği gibi, Tevfik Bey’le birlikte Tâlim Terbiye’ye gittik. O memurun masasında iken Başbakan geldi. Girer girmez selâm verdi. Sonra:’’Tevfik Bey neredesin yahu! Ne zaman sorsam, Tâlim Terbiye’de diyorlar!.. Nedir bu?.. Allah aşkına senin Tâlim Terbiye’de bu kadar ne işin var?‟

‘’Efendim, Celâl Ökten Hoca, benim hocamdır. Bir aydan beri buradadır.‟

– ‘’Hayırdır ne işi varmış?‟ Tevfik Bey,

‘’Efendim, böyle böyle.‟ diye anlattı.

Adnan Bey, memura sordu:’’Beyefendi bunun mahzuru nedir?‟

‘’Efendim, bana meşguliyetimin dışında bir teklif yapılıyor. Ben böyle bir karar veremem. Böyle bir müsaadeyi benden istiyorlar. Benden çıkması lâzımmış. Binaenaleyh mevzuat böyle bir karar vermeme müsaade etmez. Vekil Bey üzerime büyük baskı yapıyor.‟

‘’Peki, Tevfik Bey’in verdiği tâlimat kâfi gelmiyorsa; emri ben vereyim: Bu emri günün Başvekili vermiş deyin.‟

-‘’Muhterem başvekilim, ben mes’ul olurum; şifahî emir beni kurtaramaz.‟ ‘’O halde, lâzım olanı yazın, ben imza edeyim.‟

Merhum Adnan Menderes’in bu kararlı tavrı karşısında, artık Tâlim Terbiye Dairesi Başkanlığı’nın söyleyecek sözü kalmadı. Bizim vekâletten bir şey istediğimiz de yok… Binayı bulacağız, kirası, bakımı; idareciler, öğretmenler, hademe vs. maaşları, hepsi bize ait olacak…

Tevfik Bey de sormuştu:

‘’Hocam nereye açacaksınız? Kimler okutacak?‟ „Siz hele bize bir izni verin; Allah’ın lütf-u keremi ile onlar bulunur…‟

O gün, benim için bayram oldu. İstanbul’dan telgraf çekip sorarlar:

-‘’Ne zaman geleceksin?‟ „Geldim, geliyorum.‟ derken, neyse müjdeyle döndüm.

O gün, muvafakat emrini alıp da Başvekâletten otele gelirken, nasıl çıldırmadım, nasıl aklımı kaybetmedim, diye hâlâ şaşarım… Ne evlendiğim gün, ne de icazet aldığım zaman böyle sevindim. O gün bu kadar sevinmiştim! Bu dereceden fazla, bunu bastıran bir sevinci, ancak Beytullah’ı gördüğüm zamdelalan hissettim… Artık hemen Başvekâlet‟e Adnan Bey’e teşekküre gittim… Yâhu geçen günler, nasıl unutuluyor; bunları bilmek lâzım… Tarih bunun için, ibret almak için lâzımdır.”   ‘’(Ali Ulvi Kurucu Hatıralar cilt 4.)

Celal Hoca‟nın çabalarıyla 13 Ekim 1951 gün ve 601 sayılı Müdürler Komisyonu kararıyla kabul edilen açılış kararına göre  açılacak okulun adı  İmam Hatip Okulu hayat bulmuştur. İmam Hatip Okulları Projesi 17 Ekim 1951 günü Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girmiştir.

Kararnameye göre İmam Hatip Okulları; Adana, Ankara, Isparta, İstanbul, Kayseri, Konya ve Maraş olmak üzere yedi ilde açılarak öğretime başlamıştır. Bunlardan İstanbul İmam Hatip Okulu, „Bakıyyetü‟s-Süyûf‟ hayatta olan son Osmanlı âlimleri bu okulların  eğitimine dahil edilme hedefi ile yola girilmiş.

Bu yöndeki çalışmalar, bina öğretmen, araç gereç olmak üzere çok yönlü olarak çalışılmaya başlanmış. İstanbul’daki İmam Hatip Mektebi’nin müdürlüğüne Celal Hoca getirilir. Konu, İstanbul Maarif Müdürlüğüne yazılarak, yer arayışına geçilir.

 Elde sadece İmam Hatip açma kararı var. Başka bişiy yoktur. Celal Hoca için iş başa düşmüştür. Bir kolunda çantası, diğer kolunda talebesi Orhan Okay olduğu halde, tarihi yarımadayı semt olarak günlerce tararlar. Sonunda Vefa Lisesi’nin karşısında eski Zeyrek Ortaokulu’nda karar kılarlar. Ahşap ve eski bir binadır burası.  Tamirat için İlim Yayma Cemiyetinden destek alır Celal Hoca. Marangoz Raşit Usta’ya okulun genel bir tamiratı yaptırılır.

Celal Hoca, mekteplerin program ve müfredatlarına son şeklini verirken, felsefe ve perspektifinde bir çerçeve belirlemiştir. Buna göre, bu okulların müfredatının,  yüzde kırkının meslek ve din dersleri, yüzde altmışının da fen ve kültür dersleri olması şeklinde ders planlaması yapılmıştır.  Hedef, asrın ilim anlayışına hakim bir nesil yetiştirmektir. Kitabı Mübini okuyup anlamaya yardımcı ilimlerle donanmış bir nesil hedefidir bu.

Celal Hoca’nın tarihî tecrübesi ışığında tasavvur ettiği nesil:’’ Asrın ihtiyaçlarını müdrik, doğuyu ve batıyı bilen münevver, dindar görüneceğim diye mutaassıp olmayan, aydın desinler diye dinden taviz vermeyen tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençliktir.’’ 

Bu düşünce, temel perspektif olarak İmama Hatip mefkûresinin  temellerine, ilim ideali olarak yerleştirilir.

Bu ilim anlayışında, bütün kitapları okuyup, ana kitabımızı anlayacak bir gençlik ve nesil hedefi güdülmektedir.

Çünkü hocanın,  ‘’ilimsiz din, dinsiz ilim olmaz’’  prensibi temel bir varoluş ölçüsüdür.

Bu okullarla ilgili hedeflerini başlangıçta ‘din alimi’ yetiştirmek olarak koyan Celal Hoca, daha sonra bu durumu ’’din alimi namzedi’’ şeklinde revize etmiştir.

1953 yılında İmam Hatip Okulunda müdürken Kur’an’ın transkripsiyon yapılarak latin harfleri ile okutulması gerektiğine dair bir yazı gelir. Hoca, bunun mümkün olamayacağı görüşünü savunur. Okula gelen müfettişler ısrar edince: “Evladım raporu istediğiniz gibi yazınız. Bugüne kadar postumu cehenneme sermedim bundan sonra da serecek değilim.” Der ve bu hadiseden sonra okul müdürlüğü görevinden alınır.

Osmanlı, meşrutiyet, tek parti dönemi ve çok partili hayatı yaşayarak öğrenen Celal Hoca tarihi tecrübemiz hususunda da sağlam bir arka plan bilgisine sahip, zamanın kıymetli entellektüellerinden birisidir.  İlmîliğin son üç yüz yıllık bir mesele olduğunun bilincinde hareket eden Hoca, yeni mekteplerde bir zihniyet inkılabı hedefi gütmüştür. Ona göre öyle bir okul muhtavası oluşturulmalı ki, bu okullardan mezun olanlar bir taraftan halkın sosyal ve kültürel  seviyesine göre hareket tarzını ayarlayabilen kimseler olsunlar. Öte yandan da dinî ilimler sahasında, münevver bir zümre hüviyetini taşısınlar. Yani kısaca hakikatin  peşinde olan  bir nesil olmalı bu okullardan yetişecek olanlar.

Tarihî tecrübemizi iyi bilen Celal Hoca, hem din, hem fen ve sosyal bilim alanları üzerine bir okul tasavvuruna odaklanmış. Okul açılınca da, bu tasavvurunu gerçekleştirmek için çabalamıştır. Yani bilim ile dini birlikte yürütecek bir okul perspektifini esas almıştır Celal Hoca. Bu okullarımızın kuruluşunda batının değil, kendi bilim/ilim anlayışımız benimsenmiştir. 

Batının ilim anlayışı nedir peki…

Batının ilim anlayışında, ‘’Sezar’ın hakkı Sezar’a’’ felsefesinden mülhem, gücü kutsayan ve parayı bütün değerlerin üzerine çıkaran pragmatik bir anlayış hakimdir. Bu bilim anlayışı, insanlığın tüm değerlerini yerle bir ederek ilerlemektedir. İşte bu yeni açılan İmam Hatip Mekteplerinde batının bu anlayış yerine, İslam’ın ilim anlayışı benimsenmiştir. Hakikate ulaşmak için harcanan her türlü çabayı içine alan bir ilim anlayışıdır islamın ilim anlayışı. Bu anlayış hakjikat çabasında her türlü çağdaş çaba ve metodolojiyi de kullanır. Bu anlayış İslam dünyasında; ilki kendi merkezlerinden çıkıp Hint, İran ve Roma ile tanışarak başlayan bir yenileşme/dönüşümle yenilenmeye uğramış. İkincisi ise Osmanlı ile meydana gelen ilim, kültür ve medeniyet alanındaki bir yenileşme ve ihya inşa dönemi geçirmiş. İslam dünyasındaki üçüncü zihniyet inkılabını başlatacak nesiller ise, İslam’ın bilim anlayışına sahip olarak ve yeni metotlarla donanmış olarak bu okullardan yetişmesi hedeflenmiştir. İdeal hedef budur. Celal Hoca’nın büyük hedefinde böylesi büyük bir gelecek tasavvuru yatmaktadır. Bilgece bir ideal.  Bu anlayış bütün bir İslam dünyasına hitap edecek mahiyette, ilmi alandaki çok büyük bir zihniyet dönüşümünü hazırlayıcı niteliktedir. 

Celal Hoca, İmam Hatip Mektebinde kuruluşundan itibaren 2 yıl süre ile müdürlük yaptı.

Müdür olduğu okulda, talebelerine bir hizmetkâr edasıyla ve çok büyük bir iştiyakla hizmet ederdi. Hafta içi ya da hafta sonu demeden talebelerin bütün ihtiyaçlarıyla yakından alakadar olur. Talebe hizmetlerinin görülmesinde bizatihi vazife yapardı.

Beyazıt’ta evinin yakınındaki Soğanağa Camiinde 6 yıl süre ile içinde fıkhî meselelerden tarih ve edebiyata, kelamî meselelerden, tasavvuf ve psikolojiye kadar pek çok alanı içine alan  İhyâ-ü Ulûmi’d-dîn dersleri okutmuş örnek bir şahsiyetti. 

Ali Fuad Başgil Hoca’nın projesi olan Yüksek İslam Enstitüsü’nün fikri hazırlık çalışmalarına katılmış. 1959’da açılışına destek vermiş. Ömrünün son iki senesinde bu okullarda Tavhid ve İlm-i Kelam dersleri vererek, hocalık yapmıştır. İmam Hatip Okulları ve en sonunda iki sene ders verdiği Yüksek İslam Enstitüleri yolu ile bugünkü sosyal, kültürel ve kimlik hayatımızı inşa eden akademik ve idari kadroların ruhunu veren en temel şahsiyetlerden birisidir diyebiliriz. Bu haliyle bugünkü din ve düşünce dünyamızın temellerinde hamuru olan şahsiyetlerden biri olmuştur.

Öne Çıkan Yanları

Darülfünundan mezuniyeti sonrası 29 Ocak 1912’de Ali Emiri Efendi’nin delaleti ve seçimiyle İstanbul Sultanisi’ne Arabî muallimi olarak tayin edildi. Bu göreviyle birlikte, İstanbul’un sayılı Arapça muallimleri arasında yer almaya başladı. Aynı sultanide görev yapan bir başka Arapça muallimi Celal Hoca hakkında “Biz de Arapça okutuyoruz. Fakat bu işi alelade bir vazife olarak yapıyoruz. Celal Hoca ise bu işi aşk ile yapıyor.” diyerek bu konudaki farkına şahitlik etmiştir.

Celal Hoca Arapça öğretiminde üstad bir hoca idi. Arapça öğretimi metodu, ana dilini hiç konuşturmadan Arapça konuşturmaya dayanırdı.Ona göre, önce cümle bilgisiyle başlanmalı. Daha sonra dil bilgisi kurallarının verilmesi metodunu benimsemişti Hoca. Arapça öğretiminde eksik ve kusur kabul etmezdi. Mükemmeliyetçi idi. Kur’an lisanı olduğu için yanlışın telafisi yoktur diye bakardı Arapça öğretimine.

Celal Hoca, Türkçe konuşmaya ve dil öğretimine de ayrı bir dikkat göstermekte idi. Bir gün geçen bir mesele üzerine talebesinin, ‘’ hocam o sizin mütevaziliğinizden’’ demesi üzerine  talebesini paylamış. ‘’Ben size böyle mi öğrettim’’ diye ihtar etmiş. ‘’Hocam o sizin tevazuunuzdan diyeceksiniz’’ diyerek doğrusunu özellikle söylemiştir.

Celal Hoca, hayatını inandığı ölçüler ile yaşayan birdir. İlmiyle amil. Söylediği gibi yapan ve yaşayandır. Çevresi ile çok olumlu ilişkileri vardır. Bilmediği konularda ‘mütaalam yok’ , ‘Azizim ben bu işin cahiliyim’(kurucu 4.cilt.207) derdi.

Celal Hoca, daha Trabzon’da medresede iken Molla Celaleddin Ünvanı ile anılmaya başlanmıştı. Gerçekten de dinin bir ulu çınarı, mehabetli bir  hizmetkarı oldu. Mücadeleci bir şahsiyetti. Bani oldu. İhya eden eden oldu. İnşa eden oldu. İhata eden oldu. Bir neslin öncüsü oldu. Bir neslin ardındaki ismi malum, tesirlerinin sınırları meçhul kahraman oldu. O mütehassıs bir araştırmacı oldu. İlim yolunda doğdu. İlim yolunda oldu. Hayatını da ilim yolunda tamamladı. Ömrünü hakikat ve ilim yolunda talebe yetiştirmeye hasretti. Adanmış bir ruhla yaşadı. İmam Hatip davasının vakıf ruhlu adamı oldu.  O ‘bir mesele böyledir’ dediği zaman etrafındaki herkes o meselenin gerçekten öyle olduğuna kanaat ederdi. Celal Hoca’nın kanaatinin delillere dayalı olmasına ve yorum olarak sahihliğine itimat edilirdi. 

tetkik ve tahkik(araştırmacı) metodunu benimsemiş bir fikir ve ideallerine bağlı bir dava adamı idi. Bir kelimenin kökünü, cümle içindeki yerini ve tam manasını teferruatlı bir şekilde anlamadan peşini bırakmayan bir Arapça hocası idi. Bu hal aslında tüm alanlara birden değil, bir alanda iyi bilmeye odaklı bir ihtisaslaşma metoduna dayanmaktadır. Her alanda biraz bilmektense, bir alanda iyi bilmektir ihtisas ihtiva eden bu metodun adıdır.

Bir başka yönüyle de açılan bir meseleyi enine boyuna inceler. Meselenin küllünü ve cüzünü, fasıl ve vasılını çözene kadar uğraşırdı. Kendisinin ‘dibine darı ekmek’ diye ifade ettiği bu metotla maksadı, ezberden öteye, takip ettiği konuda kritikler yoluyla yeni bilgiler ve hasıla elde etmekti. Bu yönü ile çağdaşlarından farklılaşma göstermekte idi. Celal Hoca, eskilerin ‘metotsuzluğundan’, yenilerin de ‘bilgisizliğinden’ şekvacı idi. 

Mekteplerden Arapça kaldırılınca, Türkçe hocalığına geçmişti. İyi derecede Fransızca biliyordu. Felsefe kitaplarını Fransızca takip edebiliyordu. Öğrenme hususunda azimkâr ve muhakkik idi. Derslerinde emsallerinin üzerinde ve göz doldurucu idi. Münakaşadan bıkıp yılmayan, kuvvetli bir mücadele ruhuna sahip idi. Azimkârdı.

Kendisi bir Darülfünun mezunu olarak İstanbul’un sayılı entellektüellerinden biriydi. Daima çantası elinde olarak gezer. Yapacak işleri kalmadığında, çantasından çıkardığı kitap yahut defterini  ya okur ya da yazardı. Kütüphanesindeki elden geçirilen ve alakadarlarınca tasnif edilip kitap haline getirilmeyi bekleyen 9 bin(dokuz bin)  sayfa yazılı notunun olduğu tespit edilmiştir. Süleymaniye Kütüphanesine bağışladığı ve ‘üstadım’ dediği (İzmirli)İsmail Hakkı Bey’in Kütüphanesi  içinde bir seksiyon haline getirilsin istediği kitaplarının sayısı bin seçme ciltten ibarettir.

Celal Hoca’nın Arapça Muallimi Şevket Bey’in derslerine devam ederken, metin ve şiirlere getirdiği orjinal ve farklı yorumlar hocalarının dikkatini çekecek derecedeydi. Muhakeme ve hüküm çıkarabilme kabiliyeti çok kuvvetli idi. İmam Hatip Mektebinde Yüksek İslam Enstitüsünde ve dost muhitlerinde, Celal Hoca olarak bilinirdi. Bildiğini çok iyi bilen biri idi. Bilmediği konular olursa ‘ben o konunun cahiliyim’ derdi. Bir konu, bir  kelime hakkında şüphesini gidermeden, gözüne uyku girmeyen bir ilmî merakı vardı.

Ömrünü adadığı Kur’an hizmetlerinin ülkemizdeki temel okulu İmam Hatipler’e bir bani olarak adanmışlık hissi ile hizmet etmiştir Celal Hoca.  ‘Ne zaman ki okula gelmesem beni işte o zaman öldü bilin’ derdi.

İmam Hatipler’de bugün bile Celal Hoca’nın ruhu vardır. Bu okullarımızın ders programları büyük oranda Celal Hoca’nın koyduğu temeller üzerinden devam etmektedir.

Günümüzde İmam Hatip okullarımızın eğitim ve öğretim, talim-terbiye hizmetlerini yürüten temel bürokratik kurum Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’dür. Ankara’da Din Öğretiminin koridorlarında yürürken Celal Hoca’nın ruhî varlığını, hemen her aşamada hissediyorsunuz. Bu kurumda adeta sizi Celal Hoca’nın ruhu karşılamakta. Kurum geçmişi tekemmül etmiş kimle görüşseniz, sohbetin bir yerinde Celal Hoca’nın ismi sözkonusu olmakta. Günümüz din eğitimini anlamak için Celal Hoca’nın ruhaniyeti oracıkta size adeta manevî rehberlik etmekte.

Celalettin Ökten Hoca’nın İmam Hatipler’in felsefesi olarak koyduğu ve ; ‘’Avamın idrakine müdrik…’’ diye başlayan temel perspektifi yıllar içinde İmam Hatiplerde artık bir ufuk ve ideal haline gelmiştir. Bu ideal halen Din Öğretimi Genel Müdürlüğü koridorlarında bilinçaltı bir hafıza halinde yaşamaktadır.

Hasılı Celal Hoca, hem bir ekol, hem bir mektep, hem bir üniversite hem de İmam hatip ideali üzerinden İslam ilim idealinin üçüncü defa yaşamakta olduğu transformasyon ve ihya hareketinin banisi konumundadır. 

Ağaçlar ayakta ölürmüş. Celal Hoca’da mesleki olarak son anına kadar çalıştı. Ve seksen yaşına kadar hocalığa devam etti. Yüksek İslam’da pazartesi ders yaptığı 20  Kasım 1961’de talebeleri ile bir sonraki derste görüşmek ümidiyle diyerek vedalaştı. Ertesi gün 21 Kasım 1961’de çalıştığı masa başında, vereceği ders için hazırlanırken ruhunu teslim etti.