Orhan Seyfi Orhon, ilkokul yıllarımdan itibaren ilk adı ile soyadı arasındaki ahengi  tutturmak, küçük nüansı tefrik edebilmek için soyadını hep heceleyerek okuduğum bir şair oldu. Kendisiyle yedi yıl bu dünyayı paylaşmışız. Osmanlı bakiyesi bir kültür adamı ve şair. İki dönem vekillik de yapmış. Şu dörtlüğü lisanıma düştü:

“İkilik yok, birlik var/ Yalnız bunda dirlik var/ Yalnız bundadır felâh/ Lâilâhe illâ’llâh!”

Burada asıl anlatmak istediğim şairin evlat acılı yüreğinden damlayan Veda şiiri ve hikâyesine dairdir.

Tatlısıyla acısıyla dediğimiz hayatın acısına dairdir Veda şiiri.

Acılar vardır, özden gelir göze gelir. Acılar vardır özden gelir öze akar. İçinden ağlar, içine ağlar. Yaş olur akar. Acılar vardır, halden gelir, hale gelir… Lisana vurur. Şairinin lisanında en derin, en içli hale bürünür. Öze gelir, söze gelir, göze gelir. Bu acılar içinde eş acısı başka bir söz ile insanda kelimelere bürünür. Sevdiği eşini kaybeden  bir şair herhalde bu acının tarifini en güzel dile getirendir. Şair sözünün üstüne ne söz ola ki…

Ya evladını kaybeden babanın acısından daha derin bir acı var m’ola? Orhan Seyfi Orhon’un acısı da bir evlat acısı ve kor alev gibi yüreğini yakmaktadır. Ne ki zaten evlat acısı yüreği kebap gibi pişiren bir acı imiş.. Kor alev gibi yürekte her dem korlanmakta imiş. Ciğer yangını halinde, her dem tazelenirmiş avladın acısı… Eşini kanserden kaybedince gözünden yaşlar gelen şairimizin kızı babasına ‘’Ben ölürsem ağlamayacağına söz ver’’ dediği şiirdir Vedâ. Orhan Seyfi kızına söz verir. Ancak bir müddet sonra kızı da kansere yakalanır ve ölür. Kızına göz yaşı akıtmamak için söz veren şair evladının can emanetini ahirete yolcu eder. Ama göz yaşı dökmemek mümkün mü? Belki göz yaşı dökmeyip içine akıtsa da, söz yaşı da dökmez mi bir baba?

O meşhur hikâye tam olarak şöyle anlatılmakta:

Babası kızının kapısını açarken biraz duraksadı. Sessizce kapının kolunu aşağı indirdi, kızının bugün daha iyi olması için dua etti. Gün boyunca kızına doyasıya sarılmayı düşünüyordu. O yüzden bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar onun yanında oturmayı planlamıştı. Uyuyup uyumadığını kontrol etmek için usulca yatağın üstüne eğildi. Kızı perişan halde görünüyordu. Gözleri hemen yaşaran baba, kızının bu halini görmesini istemediği için usulca eğildi ve dudaklarını kızının alnına koydu. Öpmedi çünkü öpmek çok kısa bir andı. Öylece durdu ve derin derin nefes alarak kızının kokusunu içine çekti. Kız eliyle babasının kolunu… Ancak baba kızının alnında öylece durdu. Biraz daha dursaydı gözyaşları kızının yüzüne damlayacaktı, ağladığı anlaşılacaktı. Yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Kız o kadar bitkin düşmüştü ki çok kısık bir sesle, “Babacığım, annemin öldüğü günü hatırlıyorum, günlerce çok ağlamıştın. Şu son anlarımda senden bir şey istiyorum babacığım, dedi. Ben öldükten sonra hiç ağlamayacaksın, gözünden bir damla yaş bile düşmeyecek, anlaştık mı?” dedi. Baba imkansızı isteyen kızına baktı, ağlamaklı halini bastırarak başını hafifçe salladı. Kızı çok zor nefes alıyordu. Birkaç saniye içinde nefes alışverişleri kesildi, başı yana düştü. Hıçkırıklar içinde kızını kucağına aldı. Kızının cansız bedeni hala ateşler içindeydi. Buna rağmen kızı üşümesin diye battaniyeyle sardı bahçeye çıkardı. Kızını sandalyeye oturtup, yere çöktü, başını kızının kucağına koydu, hıçkırıklarla ağlamaya başladı. İşte o an dilinden bu ölümsüz mısralar döküldü…

Şairin Veda adıyla şarkılara konu olan, acısını canından gelen bir ses ile söze döktüğü şiirdir… Lirik bir eda ile acısını terennüm ettiği o şiiri lisanına gelir: Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?

VEDA

Hani, o bırakıp giderken seni

Bu öksüz tavrını takmayacaktın?

Alnına koyarken vedâ busemi,

Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

Hani, ey gözlerim bu son vedâda,

Yolunu kaybeden yolcunun dağda,

Birini çağırmak için imdada

Yaktığı ateşi yakmayacaktın?

Gelse de en acı sözler dilime,

Uçacak sanırım birkaç kelime…

Bir alev halinde düştün elime,

Hani, ey gözyaşım akmayacaktın?