Ülkemiz eğitim tarihinde ilk toplu müfredat 1893’te uygulanmaya başlandı. Küresel sermaye sisteminin yeryüzünde ağırlığını artırmasıyla, müfredat ve eğitim sistemleri doğrudan sömürü ve tahakküm alanı oluşturmaya başladı. Çünkü ‘’uyum’’ adıyla toplumları kontrol edip, sömürüye elverişli hale getirmenin yolu eğitimden geçmekteydi.  Tabi bunu yaparken felsefi ve sosyolojik arka planı da unutmadılar. En son 1968 ilkokul programımızın yönlendiricisi ve finansmanı Ford Vakfı oldu. Daha sonra ise Ankara Siyasal’dan ayrılan bazı hocalarla Ankara Eğitim Bilimleri Fakültesi kuruldu. Bayrağı devralan bu ekip ve yalıtılmış seküler ve pozitivist felsefesinden geri kalan eğitim Fakültelerinin kuluçka faaliyetleri yürütüldü. Ve oradan da büyük ölçüde Türkiye’deki Eğitim Fakülteleri çoğaltıldı.

Bu fakültelerimizin oluşturduğu sekülerist, pozitivist, jakobenist ve aynı zamanda Türkçe fukarası eğitim jargonu/dili neslimize dayatıldı. Cemiyetimizle hiç bir bağ kuramayan müfredat dili, terminoloji ve jargon oluşturulup, ”bilim” kılıfıyla bütün alana yayıldı. . Mevcut öğretmen kadrosunun % 60’tan fazlası yani 700 binden fazla öğretmen bu fakültelerden yetişti.

Bugün üniversite sınavlarımızda lise tahsili yapmış bir milyon gencimiz barajı geçecek soru yapamıyorsa, 7 yüz bin öğrenci hiç matematik sorusu işaretleyemiyorsa, öğrencileri % 60’tan fazlası bir konunun içindeki saklı fikirleri bulamıyorsa, OECD 6. Seviye 25-34 erişkinler kategorisinde okuduğunu anlama oranı ülkemizde % 1 ile Avrupa’nın sonunda yer alıyorsa bu durumun 1 numaralı sorumlusu şu an sayıları 100’e ulaşan EĞİTİM FAKÜLTELERİ’dir.

Çünkü Eğitim Fakülteleri, eğitimin tanımından başlayarak kelime anlamı ‘’sadelik’’ olan müfredatı ülkemize yük haline getirmişler. Giderek de kariyerist ve konformist bir alana dönüşmüşlerdir.

Bu girizgahtan sonra müfredatın gerçek alanına dönelim.

Bir konu yaşadığımız mekânlara gelirse sinelere de siner. Akıllara gelir, fikredilir. Gönüllere yerleşir, cemiyette yeşerir, hayat bulmaya başlar. Ramazan maneviyat dünyamızın gönülleri işleyen bereket mevsimidir. Ramazan maneviyatını önce çevremize, okulumuza ve yaşadığımız yerlere sindirmeliyiz.

Değerlerimizi sabır, saygı, sevgi ve sorumluluk anlayışıyla medeniyetimiz perspektifinden dört temele oturtup, ahlaki çerçevesiyle benliklere ve kimliklere inşa edebilmeliyiz. Bu değerler bizi bütün yeryüzüne iyilik götürme ideallerinde anlam bütünlüğü olarak buluşturabilmeli.

Değerlerimizi hayatımıza getirebilmek için de kendi lisanımızla, kendi kavram ve belagatimizle tanımlamalıyız. Yeni çağda bir gönül dili ile tüm insanlarımızın gönül teline dokunacak bilgece dil kurmaya ihtiyacımız var. Bu dil herkesi içine alacak bir dil olmalı. Her yüreğe dokunacak bir hikmetli kalp lisanına muhtaç bütün insanlık.  

Bir dünyayı kendimizden kopuk olmadan, kâmilen ve yeterli olarak anlamlandırarak nitelemek için önce o dünyayı bilmek lazım. Hem de daha olgunlaşmış halini bilmek gerekiyor.

Örnek çocuğun olmazsa ne yaparsın? Bu sorunun cevabını bugün sorarsak çatışma, çekişme, cebelleşme ihtiva eden cevaplar almaktayız.

Masallarımızla irtibatımız bu kültürle devamımızı sağlamakta. Hayal hanemizi bu tarz kavramlar üzerinden çoğaltmaktayız. O tarz cevaplarla dua et, iyilik et, başkalarına yardım et cevaplarıyla zihin ve fikir dünyamızı inşa etmekteyiz. Tarihe mal olmuş ana metinlerimiz ve masallarımız edebi sanatlar içerisinde çocuğu olmayanın nasıl bir hayat tarzı ile yaşayacağına dair çok özel örneklerle insanlarımıza ufuk açabilmekte, yol gösterebilmekte. 

Değerlerimizin anlaşılması için ‘’mutluluk ve başarı’’ kavramlarını medeniyetimiz perspektifinden tarif etmeliyiz.

Anne babaya yardımın insana sağlayacağı mutluluğun lezzetini örneklerle anlatmalı. Bir yaşlının elinden tutmanın, hatırını sormanın ve ihtiyaçlarını karşılamasına yardım etmenin  sağlayacağı saadeti ve iki cihanda manevi karşılığını kültürümüzden örneklerle beslemeli. Gerçek mutluluğun kendi dışımızdaki birine yardım etmekte saklı olduğunu kültür ve medeniyet tarihimizden örneklerle destekleyerek gençliğimize sunmalı. Her gün kendimizden dezavantajlı birine yardım etmenin insanlığımızın, maneviyatımızın ve ahlakımızın bize emrettiği bir görev olduğunu uygulamalı örneklerle kavratmalıyız.

Başarının yolda olmak, yola revan olmak, yolunda olmak ile kaim olacağını bilmeliyiz. Klasik sistemimizin sebat etmek dediği davranış modelini daha bilinir, anlaşılır ve benimsenir hale getirmeliyiz. Bu yönüyle öğrencinin başarısını süreç odaklı olarak desteklemeli. Sürecin her aşamasında öğrencinin desteklenip çabasının değerli kılınacağı davranış modelini desteklemeliyiz. Bir işin her aşamasında insan davranışının ve çabasının değerli olduğunu anlatım ve uygulamalarla ortaya koymalıyız. Özet olarak insan ve her aşamadaki çabasının başarı olduğunu, çalışmanın manevi hazzını anlatarak bir saadet modeli sunmalıyız. Medeniyetimizde ifadesini bulan ‘’seferden sorumluyuz, zaferden değil’’, ‘’gayret bizden başarı Allah’tan’’ ifadelerinin en güncel hallerini de birlikte bir değer olarak öğrencilere müfredat içerisinden değer hazinelerimiz olarak  inşa etmeliyiz.

Bir medeniyetin fikir alt yapısını inşa edemediğimiz zaman hayalini kuramaz, çocuklarımıza hayaller kurduramayız. Aksi halde hayattan kopuk ithamında bulunuruz. Oysa kopuk olan o metin değil biziz.

Dede Korkut’la kültür devam ederdi. Metin eski göz yeni. Anlamak için güncellemek gerekir. Bu güncelleme terminolojiyi, kavramları, dili değiştirerek yapılan değil. Köklerinden beslediği anlam dünyasını yeni dünya şartlarıyla dile getirerek yapmalı. Zamanın ruhunu yakalayacak anlayış ve ifade kudreti, irfani görüşle dile getirmeli. Çatışmacı değil birleştiren ve buluşturan bilgelik diliyle yapmak gerekir.

Özetle Eğitim Fakülteleri maarifetiyle müfredat üzerinden neslimize vurulan kelepçe ve prangaları kaldırıp, neslimizi yükten kurtarmalı. Özgür düşünmenin yolunu açarak, insanlık aleminin muhtaç olduğu Türkiye barışını daha hızlı ulaştırabiliriz.