Bekri Mustafa, çeşitli sebeplerle müptela olduğu bağımlılıkları yüzünden aldığı eğitiminin aksi bir hayat yaşamaya başlar. 1593-1634 yıllarında Sultanahmet’te yaşayan Bekri Mustafa’nın şöhretini aradan geçen asırlara rağmen pek çoğumuz duymuştur.

Onun, kendini genç yaşında “içki”ye verdiğini, “gece-gündüz içtiği” için Bekri namıyla nam saldığını  ve 41 yaşında öldüğünü bir çok kişi bilmeyebilir ama Bekri Mustafa’nın “imam” olma hikâyesini pek çoğumuz biliriz.

Hikâye şöyle:

Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede “Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır, fakat namazı kıldıracak imam henüz ortalarda yoktur. Cemaatin canı beklemekten sıkılır ve başında kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” zannederek namazı kıldırması için sıkıştırırlar.

“Ben hoca değilim” dese de, dinlemezler ve zorla imamlığa geçirirler. Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder konuşmanın muhtevasını sorarlar kendisine.

Bekri Mustafa gülerek cevaplar: “Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahrete gidiyorsun. Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar…” der.

Bu hikayeyi Celal Şengör 20. Ankara Kitap Fuarının Onur Konuğu duyurusunu görünce yazmak zorunda hissettim.

Bir yaratıcıya inancının olmaması kendi tercihi. Farklı hayat tercihleri de var. Ben işin o tarafında da değilim.

Celal Şengör bir kitap kurdu. Okuyan kitap karıştıran biri. Ancak kamuoyunda bıraktığı intiba  bilgisini tercihleri yolunda araçsallaştıran, bilgisini şov amaçlı kullanan ve güç ilişkilerine malzeme yapan birisi olması. Bir ilim adamından çok profesyonel bir şovmen görüntüsüyle dikkatleri üzerine topladı. Belki de bundan kendisini tatmin eden bir haz duydu. Yıllarca bir şovmen edasıyla televizyon televizyon gezdi… Konuştuğu konular arasında nar ekşisinin gastronomideki yeri ve kestane tatlısının yemekten önce mi sonra mı yenilir mevzusu kaldı…

Yer yer halkın değerlerini aşağıladığı oldu. İçinden çıktığı topluma yol göstermekten çok,  tahfif eden bir tutum takındı.

Şengör, geleneğimizin nümune i imtisal diye ifade ettiği rol model yani ‘’onur konuğu’’ sıfatıyla Ankara’da bir kitap fuarına davet  edildi.  Merak edilen soru ‘’onur konuğu’’ sıfatı alacak şekilde bu ülke için hangi çığırı açtı? Ülkemizin önüne hangi buluşları koydu? Halkın onurunu yükseltecek geleceğine ışık olacak bir tasavvuru, ilmi görüşü var mı?

Ya da çocuklarımıza rol model olacak derece bir ilim adamı mertebesine ne zaman yükseldi?

Ya da konuyu daha da basitleştirelim.

Celal Şengör’e rol model sıfatını uygun görenler kendi çocukları ve torunları ile Şengöroğullarını bir araya getirip işte modelimiz diyebilirler mi?

Ondan alın alabildiğiniz kadar ilim ve irfan derler mi?

Yahut da bu ülkede ilim irfan erbabının kıtlığına kıran mı girdi?

Veya ”güneşe göç varda kalan biz miyiz?”

Selametle kalın.