İnsanı hayatın anlamına ulaşmaktan koparan bu çağın felsefesi: ‘’duygusal bağ kurduğu nesneler.’’
Bu anlayış hayatın bütün alanlarına yayılmakta. Özü hep daha fazlaya dayanmakta. Pierre de Coubertin tarafından önerilen daha sonra olimpiyat felsefesi olan slogan “Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü” için Latincesi Citius, Altius, Fortius’tur. Hep daha fazla, biraz daha yukarı, biraz daha çok…
Peki nereye kadar?
Ya da bizdeki haliyle atasözüne sinen resmini çıkaralım: ‘’Öküzün büyük olsun da çekmezse çekmesin.’’
İnsanı tatmin için her eşyanın en büyüğü, en fazlası ile statü elde etme, itibar oluşturma. Sonra da bunu bir tüketim çılgınlığına dönüştürme. Hiyerarşimizde eğer ihtiyaç değilse gereğinden fazlayı bulundurmak bir ekonomik maliyet ve başlı başına insana külfet. Sonunda savurganlık ve israf vardır bu anlayışın. En sonunda bozulan sağlık ve sosyal düzen gelir.
Günümüz insanını tüketim esaretine düşürüp, şuursuzca bir harcama çılgınlığı ekonomisi oluşturan materyalist anlayış, insanı çepeçevre israf ekonomisiyle kuşatmış durumda.
İnsanın yeryüzü serüveni bir yaşama düzeni üzerinden ölçülerle sürdürülen iki ana medeniyetin insan tasavvurları üzerinden oluşan insan tipolojisi ile hayat bulmuştur. Bu yaşama düzeninde bir ölçü olmazsa hiçbir ölçü kalmaz. Bugünkü haliyle küresel ekonomiyi kontrol edenler, piyasa ve ekonomi ile beraber eğitim sisteminde de değerler alanını daraltıp, bütün kutsalları değersizleştiren bir tüketim insanı tipolojisini iki yüzyıla varan sürede daha çok teşvik eder oldular. Küresel sermaye döngüsü insanı her aşamada ‘’kontrolsüz ihtiraslı tüketiciler’’ haline dönüştürmekte.
Çağımızda özellikle zaman ve mekândan çıkarılan tüketim alanı, sanal alemde insanların tüketim iştahını olabildiğince kamçılamakta. Aşırı tüketim davranışı giderek birey davranışlarında daha belirleyici olmaya başlamıştır.
Çağımızda tüketim, temel ihtiyaçlara ilaveten statü, haz, gösteriş, kimlik, itibar ve şahsi tatmin için de yapılır olmuştur. Tüketim bazı düzeyde bireyler için yer yer fantezi halini almıştır diyebiliriz.
İnsanın yeryüzünde yaşayışını sürdürebilmesi için ihtiyaçları belli ve sınırlıdır. Yeryüzünde de Cenab-ı Allah’ın yarattığı kaynak ve imkânlar ise sınırsız denilebilecek derecede zengindir. Ancak materyalist felsefe bunun tersini savunur; ‘’ihtiyaçlar sınırsız, yeryüzü kaynakları sınırlı.’’ Böylece insanda bir doyumsuzluk hissi uyandırarak her alanda sun’i ihtiyaç hissini kamçılar. Bunun için bütün tüketim araçlarını nesneleştirir. İnsanla nesneler arasında görünmeyen duygusal bağları güçlendirip, insanın tefekkür tarafını zayıflatmakta. Böylelikle farkında olmadan tüketimin kölesi haline gelecek bir fikir dünyası ve idrak inşa edilmekte.
Bütün bu tüketim ve ekonomik insan anlayışından sonra bu çağ, insanı ve insanlığı kaybetmiştir. İnsanın kalbi sökülmüştür.
Bu çağın insanı pek çok maddi güce, meta imkanlarına sahip olmalarına rağmen psikolojisi ağır hasar almış. Mutsuzluk, hoşnutsuzluk, mahrumiyet, türlü bunalımlar, telaş, yorgunluk, gerginlik, tüketim bağımlılığı, saldırganlık, borçla yaşama, kredi kartı bağımlılığı v.s. yollarla yaşadığı muhit ile ilişkileri yaralanmış. İnsanın ve toplumun ahengi bozulmuş. İnsanın ahenginin bozulmasıyla da ruhi sorunlar artmaya başlamıştır.
İnsan, akıl ve kalp birlikte terbiye edilerek yükseltilmeli ki, insan yükselsin. İnsanların arzuları ve ihtiyaçları eğitim ve nefis eğitimi yoluyla terbiye edilerek denge kurulmak yoluna gidilmemiş. Onun yerine insanın tüketici tarafı güçlü materyalist arzulara dönüştürülmüş. Bu durumda stres, düşük doyum, depresyon, anksiyetenin yani sıra fiziksel arizî sonuçlara, kişilik bozukluklarına, antisosyal davranış sapmalarına yol açmıştır. İlaçları, tedavisi derken bu sefer de bu bozulan insan ve toplum psikolojisi üzerinden tekrar bir tüketim ekonomisi oluşturulmuş. İnsanlar küresel bir tüketim türbülansına sokulmak suretiyle tüketici döngünün gönüllü kurbanları haline getirilmiştir.
Eğitim ve reklamlara ilaveten dijital dünyanın dayatmalarıyla sağanak halinde bir tüketim kuşatmasına alınan insanların arzuları, zorunlu ihtiyaçlarıymış şeklinde algılatılmak suretiyle insanların zafiyeti katmerlenmiştir.
Bütün bu aşırı tüketim eğilimlerinin sonunda çevre sorunlarından başlayıp, dünyanın ve iklimin dengesinin bozulmasına yol açan, küresel felakete giden sonuçlar ortaya çıkmış.
Tüketim bağımlılığı ve tüketimde aşırılık, sonuçlarıyla birlikte insanı, çevreyi ve toplumu vurmaya başlayınca, batıda karşı yaşama taleplerini artırmış. Topluma vereceklerinden çok alacaklarını hesaplayan bir bencillik, artan çevre atıkları, sun’i ihtiyaçlar yoluyla oluşan fazla üretim, batı toplumunda ‘’tüketim karşıtlığı’’ seslerini yükseltmiştir.
Daha az eşya demek daha az temizlik, daha az zaman harcama, zaman ve enerjiden tasarruf etme gibi ferdi ve sosyal fayda sağlayan çabalar düşünce planında yeni tez ve teorilerin geliştirilmesini sağlamıştır.
Freeganizm, gönüllü sadelik ve minimalizm gibi akımlar, israf ekonomisi ve aşırı tüketim bağımlılığına bir alternatif olarak insani değerleri yaşatmak üzere doğmuş ve gelişme göstermeye başlamış. Bu tez sahipleri, esas mutluluğun ihtiyaç fazlası tüketimi reddederek manevi huzura ermenin yol ve yöntemleri üzerine zihin çabasına girmişler. İnsanlara yeni yaşama yolları açmaya başlamışlardır. İnsanın zihnini esir alan tüketim bağımlılığı yerine maneviyat, kişisel ve sosyal alanda faydalı işler ile insanlara hakiki mutluluk yolları açmak için fikir ve yöntemler oluşturmuşlar. Nesnelere bağımlılıktan kurtularak, insanlara bağımsız özgürleşme seçenekleri sunma çabasına girmişler. İnsanlığa manen mutlu olacakları yollar göstererek bu çağa yeni bir soluk verme yolunu tercih etmişlerdir. Bu gelişme ve anlayış bizim ”bir lokma bir hırka” olarak özetlenebilecek anlayışımıza doğru bir gidişi de göstermektedir.
Bizdeki durumu Avrupa’da ikinci sıraya yükselen obezite ile toplum genel ve ruh sağlığı sonuçları olan bir örnekle konuyu basitçe açıklamış olalım.
Eskiden darlık öldürüyordu, şimdi varlık öldürüyor. Eskiden yokluk öldürürdü, şimdi tokluk öldürmekte.
Bizim medeniyetimizin özü sadeliktir. İfrat ve tefrite kaçmadan ortalama bir ölçü ile yaşamak esastır. ’’Bir lokma bir hırka’’ bu yaşama biçiminin en sembolik ifadesidir. İnsanı bütün ağırlıklarından kurtarmaktır, işin özü. O da sadelik yüklü bir yaşama düzeni ile sağlanmaktadır.
Eğitimimizin bütün kademelerinde talebelerimize ve öğretmenlerimize sadeliği bir yaşama felsefesi ve davranışı olarak kazandırmalıyız. Eğitimimizin temeline gereken kadar bilgiyi yerleştirmeli. Müfredat ve öğrenme sistemlerimizi; gereksiz, fazlalık ve yük oluşturan ‘’bilgi obezliğine’’ yol açan fazlalık malumattan arındırarak, kaliteli sadelik meydana getirmeliyiz.
Mutlu, huzurlu ve sağlıklı yaşayıp, ahlâk ve maneviyatı ile yükselen bir nesil için bu felsefeyi müfredata işlemeliyiz.
“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sâde hayat sürmek imandandır.” (Ebû Dâvûd, Tereccül 2).’’(Prof. Dr. A. Yıldırım)
Şatafatı, şahşahayı ve saltanatı değil huzurun kaynağı olarak sadeliği benimsemiş, insanı ölçü alan bir nesil yetiştirmek dileği ile. Sadelik yaşatır. Sadelik gerçek hayattır.
Gösteriş ise insanı, insanlığı ve bütün yeryüzünü tüketir…
Sağlıcakla kalın…