Bosna Hersek, 1992-1995 yılları arasında, üç buçuk yıl kadar süren ve çoğu Boşnak 110 bin kişinin öldüğü 2 milyon kadar insanın da yerini yurdunu terk edip kendi ülkesinde mülteci durumuna düştüğü acımasız bir savaşa sahne oldu.

Eski Yugoslavya’ dan bağımsızlığını alan ve Bosna Hersek’in Müslüman Boşnak nüfusuna soykırım uygulayarak ülkenin tamamını ele geçirme hayali kuran Sırplar, mart 1992’ de Bosna  Savaşını başlattılar. Silahsız, savunmasız, askersiz Bosnalıların gözü tabi olarak imdat çığlığı ile Türkiye’ye döndü. Elinden geldiği kadarı ile resmi, gayri resmi yollardan Bosna’ya ilk yardım eli Türkiye’den uzandı.

 

Daha barış görüşmeleri başlamadan merhum Özal, ‘’altında bağımsız Bosna devletini gördüğün an barış anlaşmasına imzayı at’ demişti kendisine.

 

Çünkü diyor Özal ‘’Filistinliler 1948’de kendilerine verilen toprağı az bularak, BM’nin verdiği bağımsızlığı kabul etmediler ve süreç dışı kaldılar. Bir daha da sürece dahil olamadılar. Şimdiki halleri de ortada’’ diyerek bu tür uluslararası meselelerde takip edilecek hal tarzı üzerine fikir veriyor Bilge Lidere. Bu nedenle İzzetbegoviç Dayton’da önlerine konan Barış Anlaşmasının kendileri aleyhindeki şartlarını görünce ‘’Adaletsiz bir barışla, acımasız savaş arasında bir seçim yapmak zorundaydık’’ diyerek neden böyle bir barışa imza attıklarını açıklamıştır.

 

Bu sayede şartları ve yönetimi zor da olsa, halkına bir bağımsız Bosna devleti bırakabilmiştir. Ruhu şad, Mekanı cennet olsun. Hem bilgi, hem de bilgelik varsa hikmet vardır. Bugünkü bağımsız Bosna devleti işte böyle bir liderin kurduğu ‘Bilge’ temeller üzerine yükselmektedir. Bilge liderin mirası olan bağımsız Bosna devleti, bugün Türkiye’nin himayesi ile geleceğe emin adımlarla yürümektedir. Bir Osmanlı bakiyesi bu vatan parçasını görmek nasip oldu. Çok şeyler anlatılabilir. Hatta o kadar çok şeyler var ki anlatacak.

 

Tarihi, tabiatı, geçmişi ve şu anki yaşayan ülkesi ile güzellikleri anlatmakla bitmeyecek bir coğrafya. Bosna, hangi tarafından başlasanız anlatmakla bitmeyecek bir hikâyedir.

 

Benim aklıma  Bosna deyince,  temizlik gelmekte. Hafızamda yer eden, iz bırakan  Bosna,  çok temiz bir ülke. Babayiğitliğin, mavi gözlerle birlikte yakıştığı tertemiz insanlar.  Temizlik adeta orada ruhlardan süzülmekte. Eşyaya ve evlere, yaşama alanlarına ince bir temizlik sinmiş. Girdiğiniz her yerde, girdiğiniz her mekânda ilk dikkati çeken şey temizlik. Ülkenin, şehirlerin her yerini pırıl pırıl etmişler. İnsanlar sanki temizlik içinde yaratılmış. Kadınları, erkekleri,  çocukları ve yaşlıları ne kadar temiz, yaşadıkları mekânları ne kadar da çok tahir.

 

 

Bosna’ya gidince nereleri gezmeli?

 

Bosna’ da ormanı, yeşili, akarsuları ile muazzam bir tabiat, bütün sadakati ve canlılığı ile zamana meydan okurcasına ayakta duran yapılarıyla tarih sizi karşılamakta. Gözden, özden ve kalpten aşina babayiğit yürekli ve cana yakın Bosna insanımız ise bu işin asıl muhabbet kaynağı.

 

Bosna deyince halen ayakta olan ve şehrin eski kesimini anlatan Saraybosna Başçarşı mutlaka görülmeli. Herhangi bir esnafa gidilip bir kahvesi içilmeli. ‘Abi buyur’ sesinin kulaklarınızla birlikte, yüreklerinizde  hangi aşinalıkla çınladığını hissetmeli. Şehrin, ülkenin bir yerlerinde ‘Bayram mübarek olsun’ mesajını görüp bir an ‘Burası Türkiye’ mi yoksa’ diye yüreğinizde güller açtıran o şaşkınlığı yaşamalı. 

 

Saraybosna’da halen muvakkitçe ayar edilen saat kulesi, Gazi Hüsrev Bey Medresesi ve Camii ziyaret edilip bir vakit namaz kılınmalı. Umut Tüneli’ni de mutlaka görmeli, savaş zamanlarından zihnimize hatıra kalan ve Saraybosna’nın sırtını yasladığı stratejik İgman Dağını şöyle bir temaşa etmelisiniz.

Vezirler şehri Travnik, görülüp, gezilecek yerler arasında. Mostar Köprüsü bir var oluş sembolü artık.  Blagay Tekkesi, Trebinye’deki Aslanoviç Köprüsü ve Poçitel mutlaka gezilmeli.

Var olsun Bosna.

Nihayete kadar.

Yeri gelmişken o zamana, Bosna Savaşına dair bir anekdot anlatayım.

 

Bosna Savaşı zamanlarında Cumhurbaşkanı Demirel’le görüşen Aliya İzzetbegoviç ‘’ya bizi buralara getirmeseydiniz; ya da madem getirdiniz o halde bize sahip çıkın, soykırıma uğruyoruz ve silahımız yok. Savunmamız yok’’ diyerek silah yardımı talebinde bulunur.

Konu ciddi ve hayatîdir.

Cumhurbaşkanı Demirel,  o zamanlar Gülhane Askeri Tıbbiyesinde görevli olan ve kendisi de Bosna kökenli olan Prof. Tabip Albay Mustafa Kahramanyol’u Cumhurbaşkanlığı danışmanı olarak görevlendirir. Kendisine de  Bosna’ ya silah gönderilmesi görevini verir.

 

Mustafa Kahramanyol  da bir ekiple işi organize ederek çalışmaya başlar. Bu çerçeve de Amerika’dan bir silah tüccarı ile kontak kurulur. Bu tedarikçi tüccar Ankara’ya davet edilir. Kendisi ile 2 milyon dolar bedelle muhtelif silahları kapsayan bir silah alım anlaşması yapılır. Anlaşma gereği para silah tüccarı gittikten sonra hesaba yatırılır. Silah transferi için beklenmeye başlanır. Ancak ortada bir sorun belirir. Hesabına para yatırılan silah tüccarı ile bir daha irtibat kurulamaz. Bütün kontak çabaları boşa çıkar. İşin rengi belli olmuştur, silah tüccarı bizimkilerin parasını alıp üzerine yatmıştır. Amiyane tabirle bu işgüzar tüccar bizimkileri ‘çarpar’!.  Bunun üzerine Mustafa Kahramanyol ve ekibi bir mizansen planlar ve uygulamaya koyar.  Buna göre o silah tüccarı ile farklı isimler vasıtasıyla kontak kurulur. Amaç bu tüccarı Ankara’ya çekmek.  Daha farklı silah alım gerekçesi ile Ankara’ya davet edilen bu Amerikalı silah tüccarı Ankara’ya gelir! Bizimkileri çarpıp 2 milyon doların üzerine yatmak isteyen kuş, kafese girmiştir. Kendisi hemen alınarak Ankara’ da ‘uygun bir yere’ götürülür!. Bizimkiler Ankara’ya ayak basan tüccara, kelimenin tam anlamıyla çökerler. Bir önceki siparişi veren isimler bu işgüzar dolandırıcı silah tüccarının karşısına çıkarlar.

Düğüm ve çözüm soruları kendisine yöneltilir:

 ‘’Nerede bizim paralar? Hani silahlar? Ve sen neredesin? Sualini sorup ‘’ya silahlar,  ya para’’ seçeneği sunulur. İş ciddi ve yoksası yoktur.

İşgüzar silah tüccarına işin ciddiyeti ‘anlayacağı dilden’ anlatılır!. Zaten kendisi de anlayışlıdır(!) ve çabucak meseleye intikal eder!  Başka kurtuluşu olmadığını gören dolandırıcı silah tüccarı Amerika’daki birimleriyle irtibata geçer. Zimmetine geçirdiği 2 milyon doları tekrar aldığı yere, Türkiye’ye transfer ettirir. Böylelikle hürriyetine kavuşur. İlk uçağa bindirilen bu uyanık(!) tüccar Amerika’ya yolcu edilir.

Ya bu hadiseden sonra Ankara’da neler olur?

Bu hadise Amerikalıları rahatsız etmiştir. O devirde tek racon kesici Amerika’dır! Bu sebeple Türkiye’deki muhataplarına bu meselenin faillerine bir fatura ödetilmesini talep ederler. Bunu da devlet içindeki irtibatlarıyla bağlantıya geçerek yaparlar.

O zaman ordu ve siyaset içinde güçlü irtibatları ve vesayet bağlantıları mevcuttur. Amerikan tarafı bizimkilere telkin ve baskıya başlarlar. 

Aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı danışmanı da olan Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol’u ordudan ihraç ettirirler. Görünen ihraç nedeni ise o zamanların pek meşhur ve kullanışlı bir kalemidir: ‘İrtica’.

 

Direnişi, dirilişi ve kuruluşu Bosna’ da ruhlara işleyen bilge lider Aliya İzzetbegoviç’ i  bu ölüm yıldönümünde hayırla yad ediyor ve aziz hatırasını saygıyla selamlıyoruz.

Sonsuz rahmetler olsun.

 

Sağlıcakla kalın.

  •