Yapılan bir iyiliğe, verilen bir nimete minnet duymaya, bunları verene duyduğu memnuniyeti sözlü olarak ifade etmeye şükür denir. Allah’ın verdiği nimetlere hamdetmek ve gereğini yapmak şükür; insanlardan görülen iyilik ve ihsanlara verilen karşılığa da teşekkür denilmektedir. Bunları yapmamak “küfran-ı nimet” yani nankörlük olmaktadır.
Şükür, her nimetin Allah’tan geldiğini bilip dil ile ikrar ve hamd etmektir. Allah’u Teâlâ’nın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmak şükürle olur. Hadisi şerifte “Kanaat eden (nimete razı olan), çok şükredenlerden sayılır” denilmektedir. Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmek; Allah’ın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, günahlardan kaçınmaktır. İnsan, bu nimetlerle günah işlerse, nankörlük etmiş olur.
Rabbimiz kitabında “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız bitiremezsiniz” (Nahl,18) buyurur. Ancak şeytan, nefsinin isteklerine kolayca kapılan insana dört bir yandan sokularak günahları süslü ve çekici gösterir, onun ayağını kaydırmaya çalışır. Böylece insanı Allah’a şükürden uzaklaştırmak ister. Allah’u Teâlâ, “Şükrederseniz nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım çok şiddetlidir” (İbrahim,7) buyurarak bizleri uyarıyor.
İnsanları ve cinleri “Ancak kendisine ibadet etsinler” diye yarattığını ferman buyuran Allah’u Teâlâ, bizlere namütenahi nimetler, ikramlar ve imkânlar vermiştir. Her insan bu nimetler sayesinde hayatını sürdürebildiğinden bu nimetlerin kadr-ü kıymetini hakkıyla bilmelidir. Bu nimetleri bize bilâbedel veren Allah’a şükretmek ise kulluğumuzun ilk şartıdır.
Nimeti unutmamak, hatırda tutmak kalple şükür; nimeti vereni hamd-ü sena ederek anmak dille şükür; nimet sahibine lâyık olduğu şekilde ibadet ve hizmetle karşılık vermek de uzuvlarımızla şükürdür.
Şükür, verilen nimetleri takdir ederek nimeti verene kalben saygı duymak ve O’nun emirlerine boyun eğmeyi gerektirir. Çünkü Cenabı Allah’ın bizden öncelikle istediği şey, şükürdür. Bunun için Kuranı Kerimde ısrarla bizleri şükretmeye çağırarak, şükürsüzlüğün, nimetleri yalanlamak ve inkâr etmek anlamına geldiğini belirtmiştir: “Öyleyse siz beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin!”(Bakara,152) ve “Kim şükrederse ancak kendi menfaati için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim onun şükrüne muhtaç değildir, ona yine de nimet verir" (Neml, 40) buyrulur.
Cenabı Allah’a şükretmek “Elhamdülillah”la başlar ki bu söz şükrün kısa bir tarifi olmaktadır; bu da İslamiyet’in emir ve yasaklarına; ancaksız, amasız, fakatsız, lâkinsiz uymakla olur.
Bütün hayatı bizlere yegâne örnek olan Peygamber efendimizde şükür ahlâkının da en güzel şekilde vücut bulduğunu gösteren pek çok misaller vardır. Peygamberimiz geceleri kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Hz. Aişe kendisine; “Ey Allah’ın Peygamberi, Allah, senin işlenmiş ve işlenmesi muhtemel günahlarını bağışlamıştır. İbadet için neden bu kadar yoruluyorsun” deyince, Peygamberimiz: “Ey Aişe! Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermiştir.
Ayeti kerimelerde, kulun hem Allah’a hem de ana babasına minnettarlığını göstermesi “şükret” emriyle bildirilir: “Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur, dönüş ancak banadır” (Lokman,14), buyrulur.
Karşılıklı münasebette bulunduğumuz insanlara, küçük olsun, büyük olsun her hangi bir iyiliğini gördüğümüz kimselere teşekkür etmek insani bir görevdir. İyiliğini gördüğümüz kimselerin yüzüne karşı teşekkür edilmeli, gıyabında da dua edilmelidir. Hadisi şerifte buyruldu ki: “iyilik gördüğüne Cezakellahu hayran kesira - Allah seni çok hayırla mükâfatlandırsın” diyen ona en büyük duayı etmiş olur. “Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez” anlamındaki hadis de, şükrün insanlarda karakter haline gelmesi gerektiğine işaret eder.
Hz. Peygamber(S.A.V): “İnsanlara teşekkürde bulunmayan Allah'a da şükretmez” buyurmuştur. İnsanların yaptıkları iyiliklere teşekkür etmeyi ve bu iyiliği diğer insanlara da söylemeyi tavsiye eden Peygamber efendimiz: “Kendisine iyilik yapılan kimse, imkânı varsa bu iyiliğe iyilikle karşılık versin, iyilik yapacak bir şey bulamazsa iyilik yapanı övsün. Kim iyilik yapanı överse, ona teşekkür etmiş olur. Kim de kendisine yapılan iyiliği gizlerse, ona nankörlük etmiş olur” buyurur.
İyiliğe karşı iyilik yapmak bir insanlık vazifesidir. Hal böyle iken, bizi yoktan var eden, bedenimize en güzel şekli veren, bütün uzuvlarımızı yerli yerince ve uyum içinde çalışacak şekilde yaratan; nimetlerle bizi perverde eden, sonsuz kudret sahibi Rabbimize yeterince şükretmemek büyük bir nankörlük ve isyankârlık olur. Namazı dosdoğru kılan Allah’ın bütün nimetlerine şükretmiş sayılır. Hadisi şerifte “Namaz, şükrün bütün aksamını camidir” (içine alır) buyrulmuştur. Buna göre namaz kılan şükretmiş, kılmayan ise nankörlük etmiştir.
Bütün varlıkların hizmetine sunulduğu insanoğlunun daha çok şükretmesi, asla nankörlük etmemesi gerekir. İslam'ın emir ve yasaklarına uyan, malındaki fakirin hakkını veren, yakınlarını, yoksul ve muhtaçları görüp gözeten kimse Allah'ın nimetlerine şükrediyor demektir.
“Âkil olan fikreder, Her haline şükreder
Cümle mahlûk zikreder, La ilahe illallah”
İnsan olarak, kul olarak şükredecek o kadar çok sebebimiz var ki;
Müslüman bir ana-babadan dünyaya geldiğimize şükürler olsun.
Müslüman bir ülkede ay-yıldızlı bayrağın altında dünyaya geldiğimize şükürler olsun.
Her gün yeniden gözümüzü açtığımız için, nefes alıp verebildiğimiz için şükürler olsun.
Boğazımızdan geçen, yediğimiz içtiğimiz her lokma için girişinden çıkışına kadar ayrı ayrı şükürler olsun.
Sağlığımız için, sevdiklerimizle bir arada olabildiğimiz için, yarınlara umutla bakabildiğimiz için, şükürler olsun.
Cenabı Allah bizleri ahsen-i takvim üzere yarattı. İnsanın uzuvlarını; elini, dilini, gözünü, kulağını, ayağını hâsılı tüm bedenini mükemmel şekilde donatıp bize ihsan etti. Onun için bunların her birine ayrı ayrı şükürler olsun…
Sa’di-i Şirâzî, "Bir insan, her nefesinde Allah'a karşı iki şükür borçludur” der. Çünkü bir soluk alıp vermede hayatını iki defa bağışlayan, iki defa can veren Allah'tır. Böyle bir Allah'a elbette dil ile hal ile ve kalp ile teşekkür etmek gerekir. Bundan dolayı ayette, gerçek anlamda hamd ve şükürde bulunanların çok az olduğu belirtilmiştir.
Harama el uzatmamak, helalinden kazanmak ellerin şükrü;
Yalandan, gıybetten, iftiradan, kötü sözlerden uzak durmak, doğru ve hayrı söylemek, Allah’ı zikretmek dilin şükrü; h
Harama bakmamak, mümin kardeşinin kusurlarını görmemek, kâinatı ibretle seyretmek gözlerin şükrü;
Kötü sözleri, gıybet ve dedikoduları dinlememek kulakların şükrü;
Haram işlenen yerlere gitmemek ayakların şükrüdür.
Haram lokmadan sakınmak, kibir, riya, öfke ve kin gibi kötü sıfatlardan uzak durmak ve Allah’ın emirlerini gücünün yettiği ölçüde yerine getirmek de kalbin ve bedenin şükrü olmaktadır.
Sevdiğini Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek-din düşmanlarına buğzetmek imanın şükrü;
Dininin emrettiği şekilde kullanmak aklın şükrü;
Bildiğiyle amel etmek, faydalı hizmetlerde kullanmak da ilmin ve bilginin şükrüdür.
Hâsılı, hadisi şerifte “Elhamdülillahi alâ külli hal, sivel küfri ved-dalâl” (küfür ve dalalet hariç, her halden dolayı Allah’a hamdolsun) şeklinde hamdetmemiz buyrulur.
Unutmayalım ki;
“Vücudun her zerresi gelse de dile,
Şükrün binde birini yapamaz bile!”
Cumamız mübarek olsun
Ş Ü K Ü R
YORUMLAR