Milleti meydana getiren en önemli unsurlar inanç birliği, dil birliği, fikir ve gaye birlikleridir. Bu birlikteliğin yapı taşları fikir ve gaye birlikleri, harcı inanç birliği,  mayası ise dil birliğidir.  

 

Bir kimsenin kendisini bir milletin ferdi hissetmesi; o milletin ortak değerlerini benimsemesi, onlar gibi düşünmesi, düşündüklerini de aynı şekilde ifade etmesiyle mümkün olur. Bunun şartı da o milletin ortak dilinin olması, bu dilin her yerde ve her halükârda kullanılması ile mümkün olur. 

 

Bir milletin topsuz-tüfeksiz yok edilmesi uzun bir zaman alsa da, dilin yozlaştırılmasıyla; nesillerin birbirilerini anlamaz, tanımaz hale gelmeleri, yerlerini yurtlarını unutmaları; ideal aile ve cemiyet hayatlarını inkıtaa uğratmaları sonunda olacaktır. Dilimizin yozlaşmasıyla alakalı bu durumu İngiliz tarihçi J.Toynbee şöylece tespit etmiştir: “Türkler kendi kaynaklarına el atmak hususunda yabancılardan farksız oldular. Bundan sonra Türk kütüphanelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü bu hazineleri anlayacak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar ile birkaç ilim adamından başka kimse kalmamıştır.” 

 

Maalesef, milletimizi mertçe yenemeyen ve bize karşı “tek millet” olan düşmanlarımızın ülkemizde bilhassa son yüzyıldır bu türden ifsat ve yıkıcı faaliyetleri içimizdeki süfeha eliyle yoğunluk kazanmaktadır. 

 

Bu ifsat ve yıkıcı faaliyetler, daha çok, basın-yayın kuruluşları ve sözde aydın, yerli maşalar eliyle yürütülmüş ve maalesef dönem dönem bazı devlet organlarınca da tahribat sürdürülmüştür. Şurası unutulmamalıdır ki "dildeki tahribat tarihimizde tahrifatı" doğurmaktadır.  

 

Canlı bir unsur olan dil, baskı ve zorlamayı kabul etmez. Esas olan; yaşayan, konuşulan dildir. Ancak, gerek güdümlü basın-yayın kuruluşlarının kast-ı mahsusa ile yönlendirmeleri, gerekse devlet kurumları ve okulların yetersiz ve yanlış dil eğitimleri ile dilimiz yozlaştırılmış; uydurma ve argo kelimelerle, 200-300’ü bulmayan kelime dağarcığı ile konuşan bir nesil bugünkü tabloyu meydana getirmiştir. Binlerce yıllık dilimiz olan Türkçe, kolu-kanadı kırılmış; torununun, dedesinin dilinden, dedesinin de torununun dilinden-halinden anlamadığı, kimsesiz-sahipsiz bir garip hâline getirilmiştir. 

 

Ülkemizde uçtan uca bakıldığında, büyük şehirler bir yana, il-ilçe hatta kasabalarda, cadde-sokak, çarşı-pazar, dükkân-mağaza vitrinleri ve tabelaları bir ecnebi memleketinde olduğun intibaını vermektedir. Türk Dilinin başkenti! dediğimiz Karaman’da bile durum aynıdır. Millet hamurunun mayası olan dil yozlaştıkça-bozuldukça hâl-i pür melalimiz göz önüne serilmektedir. En vahimi de devlet eliyle uygulanan yahut göz yumulan köy, kasaba, cadde, sokak ve devlet kurumlarının adlarının Türkçe dışında dillerle yazılmasıdır! 

 

Bu hususta, başta Cumhurbaşkanımıza, İçişleri, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlarımıza, belediye başkanlarımıza, hâsılı yüreği bu millet için çarpan bütün yetkili ve etkililere büyük mesuliyetler düşmektedir. Bu ülkede yaşayan her kes ama her kes Türkçeyi bilmek durumundadır. Fertler, günlük hayatlarında, ikili münasebetlerinde, alış verişinde hangi dili kullanırsa kullansın, ancak devletin dili Türkçedir, devlet kurumlarında iş ve işlemler Türkçe yapılmalıdır. Behemehâl ve derhal firma tabelalarının yalnızca Türkçe yazılması, mevcutlarının düzeltilmeleri gerekir.  

 

Türkçeden başka bir dili-dilleri öğreneni tebrik etmek gerekir, ancak kimse, Türkçeden başka bir dili öğrenmek mecburiyetinde değildir. 

 

HDP'nin belediye başkanlıklarını gaspen (aldığı) kazandığı! yerlerde (il, ilçe, belde) tabelalar Kuzey Irak'la aynı ifadelerle yazılmaktadır. Acaba! Bu durum, ayrı bir maksada mı matuftur? Belediyelerin giriş kapılarında yazılı “şaredariya bajare mezin” Ne demek oluyor? Bizim bilmediğimiz iki dilli federatif bir yapı mı var? “Büyükşehir belediyesi” ifadesini anlamayan Türk vatandaşı var mı? Böyle saçmalıklara neden göz yumuluyor, neden derhal müdahale edilmemektedir? Kayyum atanan belediyelerde de aynı durum hâlâ devam etmektedir. Bu vurdum-duymazlığa, bu aymazlığa, bu kaygısızlığa derhal bir son verilmelidir. Bir de aynı art niyetlilikle “eş başkanlık” ünvanı ihdas edildi! Ne menem bir unvan ki, Kandil tarafından atandıklarından olsa gerek, seçimle gelen başkandan daha etkili ve yetkili oluyor bunlar. Eğer, el konulup düzenleme yapılmazsa, aslanın dediği gibi “yol olmasından korkarım.”  

 

“Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini, 

Yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini?” 

. . . 

Son günlerde içimizi yakan orman yangınları konusunda ayrıca bir yazıyı kaleme alıyorum... Yukarıda geçen ve yeni neslin anlayamayacağı düşüncesiyle, bin yıldır kullandığımız, ancak çoğu unutturulan bu kelimelerin günümüz Türkçesiyle karşılıkları aşağıya çıkarılmıştır: 

Fert         : Kişi, birey(!) 

Halukâr :  Her şartta, kesinlikle 

İnkıta       : Kesinti 

İfsat        : Bozma 

Süfeha    : Alçaklar 

Tahribat: Yıkıp bozma, zarar verme, harap etme 

Tahrifat:  Değiştirme, bir şeyin aslını bozma 

Kast-ı mahsusa: Özellikle, bilerek, isteyerek 

Garip       : Kimsesiz, yalnız, yardıma muhtaç 

Ecnebi     : Yabancı (gayri Müslim) 

Hal-i pür melal: Sıkıntılı, hüzün dolu, keder dolu  

Vahim     : Kötü durum, sonu çok tehlikeli olan 

Hâsılı      : Ortaya çıkan, görünen, sonuç 

Behemehâl: Her durumda, ne olursa olsun 

Derhal     : Hemen, anında 

Gaspen :  Zorla alma, el koyma 

Maksat    : Gaye, amaç 

Matuf      : Yönelik 

Aymazlık: Gaflet, etrafında olup bitenin farkında olmamak 

Ne menem: Ne çeşit, ne türlü, görülmemiş-duyulmamış şey 

Baht-ı kara mader: Kara bahtlı ana, “vatan” 

G
M
T
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Konuşma fonksiyonu 200 karakter ile sınırlıdır
 
 
 
Seçenekler : Geçmiş : Geribildirim : Donate Kapat