Necati ALODALI İLLA EDEP!
 

Edep, cemiyeti ayakta tutan, insanları birbirlerine kaynaştıran, kaynağını inanç sistemimiz olan İslam’dan alan, “ef’ali mükellefin”le perçinleşmiş ve gelenek, örf, adet ve kurallar halini almış iyi-güzel tutum ve davranışlardır. Edep ve terbiye aynı anlamda kullanılan ve öncelikle aile içerisinde çocukluktan itibaren yaşanılarak kazanılan hasletlerdir. Edep ve terbiye, sözleri ve davranışlarıyla ailesine, çevresine ve diğer insanlara karşı yılların olgunlaştırdığı edep kurallarına ve sünnete uygun hareket etmek demektir. Edep ve terbiye “haddini bilmektir”.
 

 

Edep ve terbiye rabbani hasletlerdendir. Rabbin huzuruna da edeple durulur ki lütfe nail olunsun. Büyükler, “edep ile gelen lütuf ile gider” buyurmuşlardır.  Bu yüzden, öncelikle “mümeyyiz ve farik” kimselere hitaben "Edep bir taç imiş nur-i Huda’dan, giy o tacı, emin ol her belâdan” denilmiştir. Buna göre edep ve terbiye noksanları o ölçüde Rablerinden uzaklaşmış olmakta, belâlara açık vaziyete gelmiş olmaktadırlar. 
    Aslında bu yazımı tamamen edep ve terbiye konusunda tamamlayacaktım. Ancak, edep ve terbiye hususunda aile içerisinde uygulamalı bir ders niteliğindeki yazı elime ulaşınca bu yazıyı “alıntı” olarak aşağıda sunuyorum:

 

 

“”…Yaşlı kadın, usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:
-Oğlum, sofra hazır, çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!
Salonun en kuytu yerine geçti, yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk, babaannesini görünce:
-Babaanneciğim, gel beraber yiyelim! dedi. 
Yaşlı kadın manidar bir şekilde iç çektikten sonra:
-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin, beraberce yeriz inşallah! dedi.
Evin gelini:
-Aman anneciğim, eskidenmiş onlar! Şimdi acıkan yemek sofrasına oturur, o da gelince yer dedi. Yaşlı kadın:
-Kızım, nasıl insanların bir edebi, hayâsı, iffeti varsa, evlerin de iffeti ve edebi vardır.
Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı: 
-Yaa babaanne, neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım, merak ettim! dedi.
Yaşlı kadın söze başladı:

 

 

-Biz küçükken annelerimizden, önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız, annemiz varken ayağımızı uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Asla babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.
 

 

Babamız gelir, “Besmele” çeker, “haydi buyurun” derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duasını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç ailece yenen yemek kadar lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!
Torunu: 

 

 

-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim! dedi.
-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep baki kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hatta köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi vardı, “Deli İbram” derlerdi.

 

 

Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; “Aba acıktım ekmek ver, aba su ver!” derdi. Hangi kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı da arada yıkardı.
 

 

Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı…
 

 

Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hatta perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı.
 

 

Bu sırada gelini, oturduğu yerden kalktı, mahcup bir eda ile salonun perdelerini çekti.
“Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur” derdi büyüklerimiz...
Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı, ev ahalisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım, hemen anam gelip;

 

 

-Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as! Üstüne uzun bir tülbent ört, sonra mandalla, altında ne olduğu görünmesin! İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada imanımız da kalmaz! dedi. Tabii ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, karşı komşu, bütün çamaşırlarını asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.
 

 

Bugün yemekler dışarıda yeniyor, “göz hakkı” oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu yenenlerde...
 

 

Hiç şifa olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz (S.A.V),”Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz” buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle çevredekilere hep eza veriliyor. Tabii ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da “depresyon” diye doktorlara gidiliyor.
 

 

Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, asla dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı.
Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor, değil mi Leylacım! dedi gelinine... Leyla mahcup bir şekilde: 
-Evet, anneciğim, diyebildi. Torunu:
-Babaanneciğim, şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!
-Ay ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?
-Ah anneciğim, her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin, yedikleri yiyecek-içeceklerin, aldıkları eşya ve kıyafetlerin, hatta beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar...
-Yavruuum, sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene, dedi ve gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:
-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada...
Tabii ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti, tesettürdedir. Utanma, hayâ, imandan bir şubedir. Bakın size, benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım.
Hikâye dedimse, adı hikâye... Aslında bir hadis, hadis-i kudsi hem de... Yani manasını Allah'ın Peygamber Efendimize haber verdiği, sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle ifade ettiği bir hadis... Bu hadis-i kudsiye göre:
"Allah Teâlâ, Âdem (A.S)'ı yarattığı vakit Cebrail (A.S) ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: “Ya Âdem! Bunlardan dilediğini seç!” 
Âdem (A.S) aklı tercih etti. Cebrail (A.S) hayâ ve ilme, yerlerine dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki:
"-Biz, âlem-i ervahta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden asla ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tabi oluruz.
Cebrail (A.S) da öyle ise yerlerinize yerleşin! diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti."
İşte bu hadisi kutside de anlatıldığı gibi, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitap eden şeyleri kontrol altında tutmak... Gelini: 
-Haklısın anneciğim, biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı dedi.
Torunu kaşığı sessizce bırakıp: 
-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım, anneciğim! dedi.
Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce gözlerinden süzülen yaşlarla sessiz bir şekilde Allah’a hamd etti... “”
……
Kıssadan hisse almak gerek!...