Günün her saatinde özellikle de kahvaltılarda içtiğimiz çay, tabiri caizse milli bir içeceğimiz sayılmaktadır. Yine çay, çoğumuzun sudan daha çok tükettiği; kimimizin de tiryakisi olduğu, onsuz yapamadığı bir içecek durumundadır.  

                Çay bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de sudan sonra en çok tüketilen içecektir. Ancak Türkiye diğer ülkelere göre kişi başına çay tüketiminde açık ara öndedir.

                Çay, arkadaşlıkların, dostlukların, doyumsuz sohbetlerin başlangıcı, üzüntülerin ve elemlerin unutulmasını sağlayan ve tarifi zor duygulara yol verecek bir kaynaşma vesilesidir.

                Elimizdeki bir bardak çay bazen bizi hüzünle yıllar öncesine götürür, bazen geleceğe ait hayallere daldırır, bazen de candan, samimi arkadaşlıkların başlangıcı olur.

                Çayın ülkemizde bilinmesi, içilmesi ve yetiştirilmesi çok eski yıllara uzanmasa da halkımız hemen benimsemiş dolayısıyla kültürümüzle, örfümüzle özdeşleşmiş bir içecek olmuş, çay her zaman sofralarımızdan eksik olmayan ve misafirlere yapılan en önemli ikramlardan birisi olmuştur.

                Kimimiz çoğu insanlarda arayıp da bulamadığı sıcaklık ve samimiyeti çayda bulduğunu söyler.

                Kimimiz çayı ab-ı hayat gibi içtiğinden her çayı beğenmez; açık çayı, soğuk çayı kabul etmez, onun çayı ille de sıcak, demini almış ve tavşankanı gibi olacaktır. Zaman ve kan anlamlarında kullanılan “dem” kelimesi çayın kan rengine bürünmesi ve içilme zamanının geldiğini ifade etmek üzere kullanılır. Tıpkı pişirilen pilavın yahut yemeğin dinlendirilerek demlenmesi yenme zamanının geldiğini ifade eder.

                Kimimiz çayı şekersiz olarak içer, kimimiz az şekerli içer. Doğu Anadolu’da çoğu yerlerde özellikle Erzurum yöresinde çayın içine şeker koymadan kıtlama olarak (özel sert bir şekeri ağızda tutarak) içilir.

                Kimimiz işinde gücünde bunaldığı vakitlerde yahut problemlerine çözüm aradığında çareyi bir çay arası vermede bulur.

                Kimimiz, çayı demlikten ve bardaktan soyutlayıp kendimize yalnızlığımızı unutturacak bir yaren, bir dost olarak görür.

                Kimimiz, kapısını çalıp “çayını içmeye geldim” diyecek bir arkadaşının, bir dostunun hasretini çeker.

                Kimimiz de lüzumsuz insanlardan bunaldığında onları şekersiz çayın içindeki kaşık gibi lüzumsuz olarak görür.  

                Şimdilerde çay, kahve, kek v.b. her türlü ikramın yapıldığı otobüslerde eskiden şehirlerarası seyahatlerde otobüsler mola yerlerine geldiklerinde en güzel ikram olarak muavin anons ederdi “çaylar şirketten”…

                Hüzünlü sohbetlerde kelimelerin boğazda düğümlendiğinde, ateşli münakaşaların en çıkılmaz sokaklarında kelimelerin yetersiz kaldığı anlarda hep imdada çay yetişir ve ortalık çayla yatışır, yatıştırılır.

                Çayı, çay makineleri ve kazanlı çay ocakları çıkmazdan evvel çoğu yörelerde bilhassa eskiden semaver üzeri demlikle yaparlardı. Hele kalabalık misafirlere çay yetiştirmek ancak semaverle mümkün olurdu. Belki de çoğumuzun evinde kullanılmasa da vitrinlerinde eski semaverler bulunmaktadır. Semaverle ilgili dörtlüklerden bir kaçı şöyledir:

Semaveri kuruyorum
Karşısında duruyorum
Şimdi çayı umuyorum
Hüner senin ey semaver

 

Semaverin üstü çiçek
Getirin çayları içek
Çay yoğusa burdan göçek
Hüner senin ey semaver

 

Semaverin kulpu iki,
Kaynadıkça çeker zikri,
İçek çayı edek şükrü,
Hüner senin ey semaver…

 

                Üstat Necip Fazıl hapishanede zamanın geçmek bilmediğini, çayın bile tadının bozuk geldiğini ifade sadedinde  ‘’Çaycı getir ilaç kokulu çaydan, dakika düşelim senelik paydan…’’ der.

                Azeri şair Zeynel Cabbarzade, çayın hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade için sonradan meşhur bir türkü olan:

“Kimin ağrıyır canı,

Okşayıptır mercanı,

Her bir derdin dermanı

Çay, çay, çay…” sözleriyle dile getirmiştir.          

 

                Çayla ilgili tekerlemeler, deyişler, hatıralar ve benzetmeler oldukça çoktur. Birkaçını aktarırsak anılar ve bilgiler tazelenmiş olur. Kırk yıl önceydi, bir vaiz dostum Niğde’de bizzat yaşadığı olayı anlatmıştı. Bir tanıdığı hocayı başlarında büyük olarak kız istemeye götürmüşler. Sohbet ilerlediği halde ev sahibi kızı vermek niyetinde olmadığını açıktan söyleyemiyordu. O yörede eğer kız verilmeyecekse çay ikramı yapılmaz, tavır o şekilde gösterilirmiş. Zaman epeyce ilerlediğinden hoca da kızı vermezlerse mahcup olacak, hemen evin kızını çağırıp “evladım benim çay açık olsun” diye emr-i vaki yapar. Ev sahibi de çaresiz çayı getirtir ve kızı verirler.

                Çay ve malzemeleriyle ilgili doğru-yanlış benzetmelerden biride şöyle:

                “ Çaydanlık kaynanadır fokur fokur kaynar, demlik gelindir sessiz sessiz demlenir.

                Damat bardak gibidir bir gelin doldurur bir kaynana doldurur.

                Şeker çocuktur, kattın mı tatlandırır.

                Kaşık görümcedir arada bir karıştırır.                                                                                                    Çık işin içinden çıkabilirsen”…

 

                Çayın demleme usullerini de iyi bilmek gerekir. Kimi suyu kaynattıktan sonra demliğe koyduğu çayın üzerine sıcak suyu ilave eder. Kimi de haşlama olmasın diye, demliğe aldığı sıcak suyun üzerine çay ekler. Kimi kimse de demlenen çay uzun süre tazeliğini korusun diye hem çaydanlığa hem de demliğe soğuk su koyarak demliğe çayı da ilave eder. Yavaş yavaş demlenen çay da uzun süre tazeliğini korur. Ne şekilde demlenirse demlensin çay severler sallama veya poşetli olanı değil demlenmiş çayı severler.

                Bazı kimseler de tıpkı rengini demlendikçe gösteren çay misali kendini hemen göstermez, konuşması, oturup kalkması, yiyip içmesi ve davranışları kendini yavaş yavaş gösterir.

                Bazı kimseler sıvı içeceklere uzak durduklarından çayı ya hiç içmezler yahut bir bardak içerler. Bazı kimseler de çayın hakkını(!) verip demlik bitinceye kadar içerler. Çayın az ya da çok içilmesiyle ilgili şöyle bir rivayet anlatılır:

                İslam ülkelerinden Hadis âlimleri (Hadis Profesörleri) ilmi çalışmalarda bulunmak üzere toplanırlar. Verilen arada yemekten sonra çayla gelir. Kimi hoca bir çay içer, kimi de tekrar ister. Üçüncü bardağı isteyene diğer hocalar müdahale ederler. O da hadis intibaı uyandıracak şekilde “ekallü’ş-şay selasün, la hadde fil-ekser, revahu Müslim” (çayın en azı üçtür, fazlasında sınır yoktur, Müslim rivayet ediyor) derken hazirun daha söz bitmeden hepsi hadisçi olduklarından ve Müslim’deki rivayetleri iyi bildiklerinden hep bir ağızdan itiraz ederler. O da “ne sabırsız kimselersiniz, sözümü bitirtmediniz, ‘revahu Müslim minel-müslimin’ (Müslümanlardan bir Müslüman rivayet ediyor” der. Her kes şaşkınlık içinde bu haklı ifadeye gülüşürler.

                Gelelim iyi bir çayın şekil, görüntü ve rengi bakımından özelliklerine, kaliteli bir çayın eskilerin deyimiyle üç özelliğinin bulunması gerekir. Çay öncelikle dudakla içilmeye başlanıldığından bu üç özellik de dudakla (leb) alakalı olmaktadır. Eskiler bu özellikleri şöyle sıralar:

a)Bazı kimseler çayı ya çok açık yahut çok koyu simsiyah, sırf dem olarak içerler. Hâlbuki ideal çayın rengi “leb-levn” (dudak rengi) olması gerekir.

b)Soğuk-ılık çaydan zevk alınmaz, soğuk çay sevimsiz kimseye benzer, hatır için bile çekilmez. Bunun için çay sıcak “leb-suz”(dudağı yakan) olmalıdır.

c)Bazı kimseler çay ikram ederken bardağı yarım veya yarıdan biraz fazla doldurarak getirirler. Hâlbuki çay içmeye başlarken dudak bardağa temas ettiğinde çayı içebilmelidir. Bu nedenle bardak “leb-riz” (dolu) olmalıdır.

Çay sohbeti güzel de sözü fazla uzatmamak ve güzel olanı tadında bırakmak gerekir. Sözün özü:

Kahvenin kırk yıl hatırı olduğu söylenir. Biz de, çayın hatırının henüz hesaplanmadığını söyleyerek çay faslını bitirelim.