Hicret; İslam tarihinde ve kültüründe, İslam’ın ilk yıllarından başlayarak asırlardır devam ede gelen ve kıyamete kadar devam edecek olan temel inanç ve hareket tarzıdır.

      Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav) 610 yılında doğup yaşadığı Mekke’de Yüce Allah tarafından elçilik ile görevlendirilmişti. Burada yaşayan insanlar dini inanç olarak Putlara tapmanın hakim olduğu şirk üzere yaşıyorlardı. Örf ve adet olarak ise; ‘’cahiliye dönemi’’ diye tanımlanan; cehalet, zulüm ve kölelik gibi insanlık adına yakışmayan inanç ve davranışlar yaygındı.

      Peygamber Efendimiz(sav) ‘’Risalet’’ görevi gereği önce tevhit inancı ile başlamıştı . ‘’Lâİlâhe İllallâh Muhammed’un Rasulullâh’’ davasını önce gizli, gizli yakın çevresi olmak üzere anlatıyordu. Yaklaşık iki yıl sonra açık davete başlamış, insanları tevhit inancına çağırıyor ve sadece Yüce Yaratıcıya kulluk ve ibadet edilebileceğini anlatıyordu.                                                                                 -Halk biz ‘’putlarımızdan’’ vaz geçmeyiz, onlar ne olacak diyorlardı.                                                       -Peygamberimiz ise; onlar ‘’acizdir’’ diyordu. … ve aciz olmuşlardı,  mücadelede tartışma ve konuşma yerine işkence, öldürme ve sürgün dönemine geçmişlerdi.

       Peygamberimiz(sav) yaklaşık 13 yıl süren bu işkence, öldürme ve sürgün döneminden sonra Medine’li Müslümanların daveti ve Yüce Allah’ın izni ile dikkat çekmemek için önce sahabelerinin Medine’ye hicret etmesine izin veriyor ve en sonunda da kendisi Hz. Ebu Bekir Efendimiz(ra)  ile beraber hicret ediyordu.

     Yeryüzü Allah’ın mülkü idi. Allah’ın dinini yeryüzünde yerleştirmek ve hakim kılmak üzere ayağa kalkmıştı. Putperestlerin ‘’Putlarına’’ selam ve saygıda durmayı reddetmiş, onların ellerinde ‘put’ ile yaptıkları tekliflerine karşı; ‘’Ya yeryüzünde Allah’ın dini galip gelir, ya da bu yolda yok olur giderim’’ demişti. Allah’ın dinini yeryüzünde yüceltmek için Medine’ye hicret etmişti.

       Medine, Mekke’ye göre daha münbit bir zemindi. Hicret eden Peygamberimizi ve sahabelerini bağırlarına basmışlar, kardeş olmuşlardı. Biri Muhacir diğeri Ensar oluyordu.  İslamiyet bu Ensar ve Muhacirlerin omuzlarında yükselecek ve dünyaya hakim olacaktı. Bu anlamda ‘’Hicret’’ uzaklaşmak ve pes etmek değil,  hedefine ulaşmak için elverişli ve sağlam bir merkez oluşturmaktı.

      Peygamber Efendimizden sonra pek çok sahabi Mekke ve Medine dışına hicret etmişler, kendilerine bu dünyada bırakılan en büyük miras olan Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmamışlar mıydı?

      Sultan Alp Arslan bu dava için Orta Asya’dan kalkıp  Malarzgirt’ten Anadoluya girmemiş miydi? Ertuğrul Bey bu dava uğruna Anadolu’nun batısını yurt edinmemiş miydi? Bu hicretlerin sonunda İstanbul da feth ediliyor ve Allah’ın dini yeryüzüne hakim oluyordu. Allah Resulü bizlere Allah için yapılan seferlerde ve hicrette Allah’ın inayet ve rahmetinin olacacağını vaat ediyordu.

       Sefere imkan kalmadığında Hicret yeni bir sefer kapısı açıyordu. Allah demenin yasaklandığı dönemlerde hicret ettikleri yerleri merkez yaparak ‘’Lâ İlâhe İllallâh Muhammed’un Rasulullâh’’ davasını devam ettiren gönül sultanlarına selam olsun… 

      Hicret;  Müslüman’lara yaşadıkları her dönem ve ortamda dini inanç ve düşüncesini ifade etme ve yaşama özgürlüğünü sağladığı gibi, aynı zamanda  çözüm üretme ve özgürlük alanı açmaktadır. Müslüman, kendi öz benliğini koruyarak bu dünyada Allah’a kul olarak yaşama, ibadet etme ve yeryüzünde Allah’ın hükmünü hakim kılma konusunda, çaba ve gayretini gösterecektir.

       Hicret; Rabbim Allah’tır diyen Müslüman’lara karşı, İman ve İslamiyet’ten yoksun müşrikler, putperestler ve gayr-ı Müslimler tarafından çıkartılan zorluklar ve engellemeler karşısında ise; ümitsizliğe düşmeden mücadele etme kararlılığı ve cihat azmini içinde taşımayı öğretir.

        Hicret; Müslüman’lara önce bulundukları yerde, yani doğdukları, yaşadıkları, havasını soluyup yemeğini yedikleri toprakları ve mekanları yurt edinmeyi ve buraları  iman ve İslamiyet suyu ile sulamayı, yeşeren fidanları büyütüp, büyük bir ağaca dönüştürmeyi öğretir. Bu ağacın dalları dünyayı sarmış, rengarenk çiçekler açmış, İnsaniyet ve İslamiyet meyvelerini vermiştir.

       Hicret; İman ve İslamiyet toprağında yetişen Müslüman’a teslimiyet, şefkat ve merhametten oluşan İnsaniyeti yeryüzüne ulaştırmayı en büyük ve en yüce hedef olan İlay-ı kelimetullah davasına dönüştürmeyi öğretir.  Bu davete aklını ve kalbini açana nur olur, umut olur, kardeş olur, ensar ve muhacir olur.

     Hicret; Müslüman’a doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı evde ve topraklarda iman ve inancı ile yaşama imkanı verilmeden, en kutsal hayat hakkına bile kast edip, aç ve susuz bırakılarak ölüme terk edilen dava adamlarını, kutsal davalarının etrafında  kenetlenmeyi, sürgünde kardeş olmayı, fedakarlık yapmayı, yardımlaşma ve dayanışma ile yaşamayı öğretir.

       Hicret; Müslümanlar’a dava adamı olmayı, kardeşini mal, can ve makam konusunda kendine tercih etmeyi, meşakkat, zorluk ve zahmete talip olmayı öğretir. Kendisine sığınan Muhacir kardeşine kapısını açar, Ensar olur.      

      Hicret; Müslüman’a imanı, iman teslimiyeti, teslimiyet ise tevekkülü öğretir. Putperestlerce evinin etrafı kuşatılan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) abdestini alıyor, iki rek’at namaz kılıyor ve Yasin suresini okuyarak eliyle üzerlerine bir avuç toprak  saçıp Ebu Bekir efendimizle buluşup mağaraya sığınıyordu.

      Hicret; beşeri çerelerin bittiği, ümitlerin tükendiği yer ve zamanlarda  iman ve teslimiyetini şefaatçi yapmaktır. Peygamber Efendimiz(sav), yol arkadaşı Ebu Bekir Efendimiz ile mağaraya sığındığında, güvercin yuva yapıyor, örümcek ağ örüyor, düşmanın mağaranın önünde sesi gelince de; arkadaşına ‘’korkma! Allah bizimle beraberdir’’ diyordu.

      Hicret; Müslüman’a tedbir almayı, aklını kullanmayı ve güvenilir olmayı öğretiyordu. Peygamber Efendimiz(sav) hicret yolculuğu için birkaç gün mağarada gizleniyor ve sonra şaşırtıcı güzergah kullanarak yola çıkıyordu. İzlerini bulan Suraka ile ahitleşerek hicrete devam ediyordu.

       Hicret; Müslüman’a yol arkadaşı seçimini öğretiyor, yolda nöbetleşe deveye binerek arkadaşa ve dosta güvenmeyi ve değer vermeyi öğretiyordu. Acıkan yol arkadaşı için sahibinden izin alarak  kısır keçiden süt sağıyor, içiriyor ve kendisi de içiyordu.

      Hicret; Müslüman’a Cuma gününün faziletini öğretiyor, Cuma namazı kılabilmek için yeryüzünde İnsanların  Allah’a İman ve ibadetin merkezi olması için Mescit inşasını öğretiyor ve ilk mescit olan Kuba Mescini inşa ederek ilk Cuma namazını Putlardan ve Putperstlerden uzak bir yerde özgürce dostu ile kılıyordu. Böylece Cuma namazı kılmak şükür, zulüm ve baskılardan kurtuluş ve özgürlük olduğu gibi putlardan uzaklaşmanın da bir simgesi oluyordu.

    Hicret; Müslüman’ın Müslüman ile kavuşmasını, kucaklaşması ve kardeşini bağrına basmasını ve misafir etmesini öğretir. Bu Mübarek yol arkadaşlarının yolculuğu uzayınca bekleyiş endişeye dönüşmüştü. Medine’li ve Mekke’li erkek, kadın ve çocuk Müslümanlar sabırla ve endişe ile yüksek tepelerden yolu gözetliyorlardı ki ; mubarek misafirleri uzaktan görünmüşlerdi ve hep bir ağızdan şöyle karşılıyorlardı:                                                                                                            

Daleal bedru aleyna min seniyyetil veda.  Ay doğdu üzerimize Veda tepesinden,

Vecebeş-şükrü aleyna me dea lillahi da.  Şükür gerekti bizlere Allah’a davetinden…

       Ensar bu kutlu misafiri evlerinde misafir ederek şereflenmek istiyordu. Devesi ebû Eyyup el-Ensari hazretlerinin evinin önüne çökmüştü. Mescid ve odası yapılıncaya kadar orada misafir kalacaktı.  Kaderin garip bir cilvesidir ki; Peygamber Efendimizi misafir eden bu sahabi şimdi de bizim misafirimizdir. Bilmiyoruz ama; Allah Rasülü belki Ayasofya’da her ezan okunduğunda dünyanın merkezinden dalga, dalga yayılan bu davete icabet ediyor, yine bu kutlu sahabiye misafir oluyordur.  

      Ey İstanbul! Konstantiniyye idin, İslambol oldun, İslam’ın ve hilafetin merkezi oldun. Başta Allah Rasülünü ve ümmetini asırlardır sevindirdin,   fakat gün geldi, mahzundun. Minarelerinden ezanlar sustu, Ayasofyan’da ehl-i salibin çizmeleri dolaştı, Hilafet yok edildi…

       Ey İstanbul; 21. Yüzyılda yine ‘’Hicret’’in merkezi oldun. Bu gün minarelerinden yine Ezan-ı Muhammedi okunuyor, ‘’Lâİlâhe İllallâh Muhammed’un Rasulullâh’’ kelimesi ile Tevhidi dünyaya ilan ediyorsun. İnşaallah 21. Yüzyılda da bu tarihi misyonuna sahip çıkacak, ahir zamanda İslam’ın ve Müslüman’ların merkezi ve  hakimiyetinin de  başkenti olacaksın.

       Bu duygu ve düşünceler ile Peygamberimi rahmetle anıyor, hicri 1445 yılının   ülkemiz ve alem-i İslam için yeni bir ‘’HİCRET’’ ile şahlanışa vesile olmasını Yüce Allah’tan temenni ve niyaz ediyorum… Rabbim İnşaallah bizleri hicri 1450 ve 1550 hedeflerine de ulaştırır.

…ve minellâhi’t-tevfîk.ahmet