Bundan yaklaşık 31 yıl, 8372 masum Boşnak kardeşimizin hunharca soykırıma uğradığı Srebrenitsa katliamından 3 yıl kadar önceydi, Avrupa’nın tam ortasında vahşet, cinayet ve tecavüzler son hızıyla devam ediyor, aynı bugün olduğu gibi tüm dünya, sözüm ona batı medeniyetinin (!) tüm unsurları da umursamazca seyrediyorlardı olup biteni. O soykırımda sözüm ona Medeni (?) Avrupa’nın ortasında 312 bin kişi katledildi ki bunların 35 bini çocuklardı, 50 bin kadın sistematik tecavüze uğradı, 2 milyon kişi evini, yerini yurdunu terk etti. O günlerde yüreğimdeki sızıyı şöyle satırlara dökmüştüm;

Hiç Olmazsa

Ortasında Avrupa’nın oluk oluk kan, gözyaşı

Yetim bir çocuk misali, ağlıyorsun Bosna-Hersek.

Nerde bunların kardeşi, nerde bunların dindaşı,

Bıraktık seni yüzüstü, biliyorsun Bosna-Hersek.

Yıktılar mabetlerini, yıktılar minareleri,

Çocuklar ağlıyor yalnız, ezanların tümden sustu.

Daha henüz tomurcukken yaktılar bütün gülleri,

Uygarlığın (!) köpekleri bütün vahşetini kustu.

Avrupalı istemedi küçük bir Müslüman devlet

Bataklığın sırtlanları gül bahçelerine daldı.

İstersen kına bizleri, gece gündüz yazıklar et,

Gelmeyince kardeşlerin, yavruların öksüz kaldı.

Yok muydu biraz petrolün, yok muydu karabatağın?

Kınadı sadece Batı, vahşeti acımasızca,

İnsan haklarında değil, çıkarda gözü alçağın,

Erittiler damla damla, seyredebildik yalnızca.

Hani ne oldu bizlere, hiç sızlamaz vicdanımız,

Hiç mi merhamet kalmadı, yaşarmaz mı gözlerimiz,

Hani biz şehit oğluyduk, hani soyluydu (!) kanımız

Ya bizleri kandırdılar, ya karardı kalplerimiz

Ne yaranı sarabildik, ne de yardımına koştuk,

Yazmaya kalem varmıyor, affet bizi Bosna-Hersek.

Ne bir damla akabildik, ne de seller gibi coştuk,

Ey Allah’ım hiç olmazsa gözyaşları dökebilsek…

Dün Bosna’da, sonra Çeçenistan’da, Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de, daha sonra Lübnan’da, Arakan’da, Filistin’de, sonra yine Filistin’de, yine Filistin’de…

Liste böyle uzayıp gidiyor, akan Müslüman kanı tüm dünyada, şu anda Suriye’de, dün ve bugün Libya’da…

Ve güzel ülkemizde, gün geçmiyor ki acı bir haber bir ananın, bir babanın, bir nişanlının, bir gelinin ve yetimlerin yüreğini dağlamasın…

Daha kaç kez göreceğiz yüreğini şarapnel parçalamış, minicik elleri ve masum yüzleri toz toprak içinde, tenleri solmuş cansız yavruları ve çaresizce haykıran ana-babaları, daha kaç kez göreceğiz eli ayağı kopmuş minicik bedenleri, daha kaç kez demokrasi ve sözüm ona özgürlüğün bomba olup, mermi olup yağdığını göklerden…

Ne yürek dayanıyor buna, ne akıl, vicdan, izan kabul edebiliyor. Bize sıra gelmez demek de beyhude. Sahi ne çabuk unuttuk 100 yıl öncesini, Ermeni mezalimini, Yunan mezalimini, İngiliz, Fransız, İtalyan mezalimlerini. Onların postalları çiğnemiyor muydu aziz vatan toprağını? Dün de bizim vatanımızın üzerindeydi tüm bu hesaplar, bizim atalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz yaşıyordu bugün yanı başımızda yaşananların aynılarını. Yarın yine yaşamak istemiyorsak, bugünün mazlumlarına sahip çıkmalı, zalimlerine karşı durmalıyız.

Zulüm değişmiyor, zulmeden de değişmiyor aslına bakıldığında, sadece yardımcıları değişiyor, sadece roller ve aktörler değişiyor zaman içerisinde. Zira “küfrün, tek millet olduğu” bildirilmişti bize, hani bazı unutanlarımız olsa da bu gerçek hiç değişmedi ve asla da değişmeyecek. “Zulme rıza göstermenin, zulüm olduğu” gerçeğinin değişmeyeceği gibi.

Sadece zaman zaman içimizden birileri acaba onlar gibi olmaya çalışsak bizi de içlerine alırlar mı, gücün yanında yer alsak, en azından bize zararları dokunmaz mı, “Def’-i mazarrat, celb-i menfaatten evlâdır” kabilinden geçici hayallere kapılsalar da, tarih bütün açıklığıyla haykırıyor ki, zalimler zulümlerinden vazgeçmezler.

Acı gerçek ise, Huzur-u İlahî’de, hesap günü gelip çattığında, “Biz size demedik mi -siz onlar gibi olmadığınız sürece, onlar sizden razı olmazlar?” sorusuna ve hesabına muhatap olunacağıdır. Oysa dünyalık ve güç sahibi olmak, bazılarımızın gözünü öylesine bürümüş, hatta gönlünü öylesine döndürmüş ki, bırakın mazlumun yanında yer almayı, zalimlere “Siz zalimsiniz, zulmediyorsunuz.” demekten bile imtina eder hale gelmişlerdir. Bizim rehberimiz olan Zat (sav) bize böyle örnek olmamıştı, bize böyle emredilmemişti oysaki…

Bilge Kral Aliya’nın muhteşem tespitini hatırlamak gerekiyor bu demde “ Unutulan soykırım, tekrarlanır”. Bize düşen ise bu zulümlerin hiçbirini unutmamak ve unutturmamak. Son olarak hatırlatmak isterim, “Zulmün en büyük destekçisi, halinden memnun olan kölelerdir”. Bizlere kocaman bir yalan olarak yaşatılan ve dayatılan şu amaçsız, sıradanlaşmış hayatlarımızdan bir an önce gerçeğe uyanarak, köle olmayı reddeden, manen de köleleştirilmeyi kabul etmeyenlerden olabilmemiz, tek vücut olarak zulme karşı durabilmemiz dileğiyle…