Öğretmenlerimizle yaptığımız bir söyleşide İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Âkif’in, Umûr-ı Baytariye’de Genel Müdür Yardımcısıyken Genel Müdürün azli (görevden alınması) üzerine görevinden istifa ettiğini belirttim. Bunun üzerine müdür yardımcılığı yapan bir arkadaşımız, “Müdürüm görevden alınsa ben de istifa ederim, müdürümü seviyorum.” dedi. “Nereden istifa edersin?” diye sorduğumda cevabı “Müdür yardımcılığından.” oldu. Âkif’in Genel Müdür Yardımcılığından değil memuriyetten istifa ettiğini, üstelik Genel Müdürü sevmediğini de söyleyince, “Hocam, o kadar da değil!” diye karşılık verdi.

Olayın aslı şuydu: Meşrutiyet yıllarında Umûr-ı Baytariye’de (Veterinerlik İşleri Genel Müdürlüğü) Müdîr-i Umumî (Genel Müdür) olan Abdullah Efendi, Pendik’te açılmak istenen bakteriyolojihaneye (laboratuvar) yer tahsisi konusunda kendisiyle ters düştüğü için dönemin Ticaret ve Ziraat Nazırı[1]  (Ticaret ve Tarım Bakanı) tarafından görevden alınmıştı. Mehmet Âkif ise aynı kurumda Genel Müdür Muavini (Yardımcısı) olarak görev yapmaktaydı.

Abdullah Efendi, baytarlık (veterinerlik) öğrenimi görmesi için devlet tarafından Fransa’ya (Mon Pelye’ye / Montpellier Ziraat Mektebine) gönderilen ilk ve az sayıda öğrenciden birisiydi. Öğrenimini tamamlayıp yurda döndüğünde alanında çalışmaya başlamış, daha sonra genel müdürlük görevine getirilmişti. Mizaç olarak soğuk, iletişimi zayıf, cimri birisi olduğu için kurumda pek sevilmiyordu ve bu yüzden Âkif’in de sevdiği bir kimse değildi.

Mehmet Âkif, Abdullah Efendi’nin Nazır tarafından haksız yere görevden alındığına inandığı için Umûr-ı Baytariye’deki yirmi yıllık görevinden verdiği şu kısa dilekçeyle (işsiz kalmayı göze alarak) istifa etti. 

Ticaret ve Ziraat Nezâret-i Celilesine                                            

Devletlü Efendim Hazretleri,

Umûr-ı Baytariye Müdîri Abdullah Efendi’nin yerden göğe kadar haklı olduğu bakteriyolojihâne meslelesinden dolayı azli üzerine âcizleri de memuriyetten sûret-i kat’iyede istifa ediyorum. Ol babda emr ü ferman hazret-i min lehü’l-emrindir.

Fî 11 sene 329 (24 Mayıs 1913)

Umûr-ı Baytariyye Müdîr Muâvini

Mehmed Âkif

Hâlbuki istifa etmese, büyük bir ihtimalle kendisi, görevden alınan Abdullah Efendi’nin yerine Umûr-ı Baytariye Genel Müdürlüğüne getirilecekti.

Böyle bir durum (haklı-haksız olması bir tarafa) günümüzde yaşansa ne olurdu? Sanırım öncelikle en yakındakiler boşalacak koltuğu elde etmek için uğraşacak, ellerini ovuşturup “Zaten yapamıyordu, şöyleydi, böyleydi; ben ondan daha iyi yaparım.” diyerek makamı kapmak için her yolu deneyecektir. Âkif’in sergilediği tavrı sergilemek her babayiğidin harcı değildir. Hakkında -neredeyse menkıbe niteliğinde- aktarılan pek çok hatıranın arasında bu tavrı bile onun üstün ahlak ve karakterinin göstergesidir.

Malumdur, okullarımızda İstiklâl Marşı’mızı öğretirken, şairinin Mehmet Âkif Ersoy olduğunu da öğretiyoruz. Sonra kısa bir biyografisini, bazı şiirlerini, İstiklâl Marşı’nın niçin, ne zaman, nerede, nasıl yazıldığını ve kabul edildiğini, veznini, kafiyesini, söz sanatlarını, bilinmeyen kelimelerinin anlamını, kaç kıtadan, mısradan meydana geldiğini, açıklamasını öğretiyoruz. Bunu çoğunlukla millet olarak çok sevdiğimiz hamaset diliyle yapıyoruz. Olmalı mı, elbette olmalı.

Bunların yanında dönemin pek çok mühim şahsiyetinde Millî Mücadele’nin ve bağımsızlığımızın manevi sancaklarından biri olan “İstiklâl Marşı’nı ancak Âkif yazabilir” kanaati ve inancının oluşmasına vesile olan büyük şairlik ve sanatkârlık kudretine nasıl ulaşmıştır? Bunu tam olarak anlayabilmek için onun güçlü imanı, sağlam maneviyatı, örnek şahsiyeti ve onu yücelten değerlerin neler olduğu öğrencilerimize uygun dille mutlaka anlatılmalıdır.

Büyük mütefekkir Nurettin Topçu (1909-1975), Mehmet Âkif kitabında Âkif’i “Hayatı ile eserini birleştiren, münzevi, devlet ve ikbal mevkilerinden uzak duran bir şahsiyet” olarak vasıflandırır. Ona göre bu üç özellik, büyük insanların özelliklerindendir.

Uzun yıllar onun yakınında bulunan Mithat Cemal Kuntay (1885-1956) ise hatıralarında: Âkif, hayatımın otuz üç senesidir. Bu otuz üç senede o, bir tek defa bayağı olmadı. Onun iç yüzüne baktığım vakit gökyüzüne, denize bakar gibi ferahlardım. Sonra onun altmış üç senelik hayatını öğrendim; bu ne berrak altmış üç senedir, siyah ve pis bir dakikası yoktur.” der.

“Hayatı şiiri, şiiri hayatı ile özdeşleşen; özü ve sözüyle seçkin bir şair” olan, yüksek karakteri ve örnek yaşayışıyla kendisi gibi düşünen veya düşünmeyen herkese büyük güven telkin eden Âkif’in hayatı ve eserleri incelendiğinde tam bir imana, bunun tezahürü olarak da güzel ahlaka sahip olduğunu görmek mümkündür. Âkif; vatanına ve milletine tam bir sevgi ile bağlıdır. Samimi, çalışkan, azimli, gayretli, mücadeleci, çetin, ilkeli, kararlı, yardımsever, fedakâr, onurlu, alçak gönüllü, merhametli, güvenilir, sözüne sadık, zararlı alışkanlıklardan uzak, sporla/sanatla/bilimle ilgilenen, okuyan/okutan, çıkar peşinde koşmayan, tevekkül ve tefekkür ehli münevver bir şahsiyettir.

O, söylediklerini yaşar, yaşadıklarını söylerdi. Özü ve sözü birdi. Yapmacıklığa, haksızlığa ve ikiyüzlülüğe asla tahammül edemezdi. Çünkü onun inandığı değerler, böyle olmayı gerektiriyordu. Zengin, makam ve güç sahibi birisi olmadığı hâlde yıllar boyunca gönüllerde yer tutması, unutulmaması, gençliğe örnek gösterilmesi muhtemelen bu özelliklerinden olmalıdır.

Mehmet Âkif, Müslümanca yaşama konusunda oldukça hassastı. Bu hassasiyetin gereği olarak başkalarının hakkına, hukukuna, emeğine, onuruna saygı gösterirdi. Haksızlık karşısında duyarlı davranır, karşı çıkardı. Çünkü bilirdi ki haksızlık zulmü doğurur, toplumda adalet duygusunu sarsardı ve yine bilirdi ki samimi Müslüman, kime yapılırsa yapılsın haksızlık karşısında onurlu bir duruş sergiler, mazlumun yanında yer alırdı. Her zaman doğruluktan, dürüstlükten, haktan, hakikatten yana olan Âkif, gördüğü haksızlıklar karşısında susmamış; söz veya davranışıyla karşı çıkmıştır. Başkalarına yapılsa da haksızlığa asla tahammül etmemiştir. Gördüğü haksızlıklar karşısında “…Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.” diyen Âkif’in sözlü tepkilerinin yanında yazımızda belirttiğimiz tavrı da onun müstesna kişiliğini göstermektedir.

Ortaokul birinci sınıftayken rahmetli bir öğretmenimin hediye ettiği (Adını hatırlamadığım, akademik bir dergi. M. Tayyip Okiç yazarlarındandı), seviyemin hayli üzerinde olan dergiden hatırladığım iki anekdottan biri “Âkif’in hayatı müddetince tütün mamulü kullanmadığı” idi.Bu cümleyi referans alarak hiç sigara içmedim. Keşke onun inanmışlığını, okuma aşkını, yabancı dil öğrenme şevkini, azmini, spor ve sanata ilgisini, diğer örnek özelliklerini okusaydım ya da dinleseydim onları da kendime referans edinip özümseseydim. İşte kırk altı sene sonra beni teşvik eden bu hatıra ile İbrahim Alaettin Gövsa’nın (1889-1949) “Mehmet Âkif’in yetişmesi gençlere bir örnek olarak anlatılmaya layıktır.” sözü benim, onun örnek şahsiyetini başlıklar hâlinde ortaya koyduğum “Hakkın Sesi Mehmet Âkif” adlı eseri kaleme almama vesile oldu. Çünkü biz, “Âkif karakterli nesillere muhtacız!” Onun ifadesiyle Âsım’ın Nesli’ne… Bu yüzden Gövsa’nın cümlesi referans alınarak merhum Âkif’in nasıl yetiştiği, yetiştirildiği, kendisini nasıl yetiştirdiği ve örnek şahsiyetinin gençlerimize mutlaka aktarılması gerektiğine inanıyorum.