Ahi Evran, Ahilik teşkilatını, sadece ekonomik ve maddi kaygılarla kurmamış, bu teşkilatın Anadolu’yu yurt edinen Türk halkına ebedi vatan olması için gereken ahlaki nitelikleri kazanmaları için de gayret göstermiştir. Bu da hiç kuşku yok ki eğitimle başarılabilecek bir durumdur. Ahiliği benimsemiş olan ahiler, bu eğitimi en başta Ahi Evran’dan almışlar ve bundan sonra geleneksel bir şekilde devam ettirmişlerdir. Ancak elbette ki ahilerin müracaat ettikleri kaynaklar da vardır. Bunların en başında Fütüvvetnameler ve Şecerenameler gelmektedir. Başta iş ahlakı olmak üzere muhtelif eğitimlerin verildiği yerlerin başında da Ahi Evran zamanında kurulmaya başlanan zaviyeler gelmektedir. Ancak zaviyeler, bu eğitimin yapıldığı yerlerden yalnızca biridir. Ahilerde eğitim, iş yerlerinde, köylerde, mahallelerde ve insanın bulunduğu her ortamda yapılmış yaygın bir eğitim olarak nitelendirilebilir. Böyle bir eğitim, hayatın her alanıyla ilgilidir.

Bu bakımdan Ahilik kültüründe verilen eğitimi; meslek eğitimi, meşrep eğitimi, ibadet eğitimi ve sosyal hayat eğitimi şeklinde tasnif etmek mümkündür.[1]

Meslek eğitimi: Bilindiği gibi Türk-İslam kültüründe ahi olabilmenin ilk şartı, bir mesleğe girmektir. İşsiz ve başıboş kişi, ahi olamaz. Burgazi’nin Fütüvvetname’sinde “Ahîye bir pîşe (iş-meslek) ve san’at gerektir, ona meşgul ola. Eğer pişesi yoğısa ana fütüvvet değmez. Fütüvvet ana helaldür kim kesb kazana helalden. Anın kesbi olmayacak, yidürmesi dahi olmaz.”[2] denilerek mesleği ve işi olmayan kişinin ahi olamayacağı, helal bir kazancı olmadan bir başkasına ikramda bulunmasının da doğru olmadığı belirtilmektedir. Bir mesleğe girince, o mesleğin erbabı olan ustası, çocuğa işin bütün inceliklerini öğretmek zorundadır. Bu eğitimin yeri, işin yapıldığı işyeridir. Bu iş yerinde usta, baş eğiticidir ve kalfaya hem işini öğretmekte hem de onu iş ahlakı ilkelerine göre eğitmektedir. Bu eğitimde meslek terbiyesi, insanlara nasıl davranacağı ve yaptığı işin inceliklerine yer verilmektedir. Kalfanın çırağa nasıl davranacağı da usta tarafından öğretilirdi. Kalfa da ustadan öğrendiklerini çırağa öğretir ve onu eğitmeye çalışırdı.

Meşrep eğitimi: Ahilik meşrebinin anlatıldığı yer, zaviyelerdir. Zaviyelerde verilen eğitimlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı, ahilerin yaşayış biçimlerinin nasıl olduğu, fütüvvetnâmelerde anlatılmış olduğundan buralarda işin pratik boyutu ele alınmaktadır. Zaviyelere gelen ahiler, bu kitapları okuyarak, ahi şeyhinden dinleyerek ve buralarda bulunan diğer ahilerden görerek öğrenmekte ve böylece davranış ve karakter eğitimini almaktadırlar.  Zaviyelerde verilen eğitimler, ahilerin başta kendilerini olmak üzere bütün olarak insanı tanıyıp, bilip anlamalarını, sadece teorik planda kalmayıp, alınan eğitimi gündelik hayatlarına yansıtmalarını ve iyi birer insan olmalarını sağlamak içindir. Zaviyelerde verilen eğitimlerde ahilere kazandırılan fütüvvet meşrebinin bazı sıfatları şunlardır: Güler yüzlü, tatlı dilli, güzel huylu olmak; cömertlik, bağışlayıcı olmak, iyiliği sevmek, ahde vefa göstermek; şükretmek, bağışta bulunmak, dünyanın geçici olduğunu bilmek; içki içmemek, kanaatkâr olmak, ziyafet vermek, hediyeleşmek…[3]

İbadet eğitimi: Zaviyelerde verilen eğitimlerden biri de ibadet eğitimi vermektir. Ahilerin zaviyede bulundukları saatler eğer namaz vakitlerine denk düşüyorsa toplu olarak namaz kılınmaktadır. Her namazdan sonra Kur’an okunmaktadır. Ancak asıl mesele Kur’an-ı Kerim’i okumak değil, onu anlayıp hayatına aktarmaktır. Asıl olan ahlaklı olmaktır; ahilerden istenen de budur. Yapılan ibadetlerle elde edilmesi gereken birçok ahlaki nitelik arasında ahinin kendi ailesine, bütün insanlara ve ana babasına karşı olan sorumluluklarını yerine getirmesinin sağlanması da bulunmaktadır. Fütüvvetnamede bu şöyle izah edilmektedir: “Ehil ve ayale ait haklarda onların nafakasını temin etmek, giyimlerini hazırlamak, bunları helalinden kazanmaya çalışmak, onlara iyi huyla muamelede bulunmak, onlara dini vazifeleri, beğenilmiş işleri öğretmek, küstahlıkta bulunmalarına meydan vermemek, kötü sözler söylemekten çekinmek, elinden geldiği miktarda onlara hizmette bulunmak, onlardan ayrılmamak, yoksul akrabadan arlanmamak, onları töhmet gelecek yerlerden çekmek, sırrını dostlara açmak, komşuyu da elinden geldiği kadar gözetmek, onları yüce tutmak, hele yoksul komşusu varsa onu büsbütün görüp gözetmektir.

Bütün halka karşı olan haklar da şunlardır: Bütün halka dua etmek, herkesin ne halde olduğunu halince anlamak, elinden ne gelirse bedeniyle, malıyla, bilgisiyle, ameliyle, sözüyle halka yardımda bulunmak, onları ıslaha, birbiriyle uzlaştırmaya çalışmak, işinde herkese karşı doğru, esirgeyici olmak ve onları sevmek, her işte insaf sahibi bulunmak. Bizzat insaf sahibi olmak mürüvvettir, insaf etmek, fakat kendisine insaf edilmesini istememek; bunu gözetmemek fütüvvettir. Tanrı’dan ve halktan utanmak, zayıflarla elinin altında bulunanlara riayette bulunmak ve kusurlarını bağışlamak, herkesin mertebesini gözetmek ve herkese mertebesince hizmet etmek, saygı göstermek, ihtiyarları üstün tutmak, işlerinde itidali gözetmek, kendisine dilediğini Tanrı halkına da dilemek, hatta onlar için daha da iyisini istemek, herkesten ancak yapabileceği şeyi ummak, kimseye karşı sert davranmamak ve asık suratlı olmamak, herkesin halini güzellikle, tatlılıkla, iyilikle anlamak, tatlı dille, güler yüzle herkesin yarasına merhem olmak, dostları gam ve neşe zamanında aramak, sormak gerektir.

Anaya, babaya ait haklar hakkında ne diyebilir insan? Canını, bedenini, malını onların uğruna feda etmek, onları, Tanrı’yı ve elçisini sayar gibi saymak, daima ayaklarını öpmek, yüzüne gözüne sürmek, dileklerini yerine getirmek, onlara yumuşaklıkla söz söylemek, buyruklarına uymak ve teslim olmak, rızalarını Tanrı ve Peygamber rızası bilmek gerektir. İşte mürüvvet ehlinin yaşayışı böyledir. Artık ötesini sen, anlattıklarımıza kıyas et.”[4]

Görülüyor ki ahilikte ibadetin asıl amacı, sadece bireyin kendisini değil, bütün çevresinin ve hatta bütün insanlığın ıslahını, herkesin mutlu olmasını sağlamaktır.

Sosyal hayat eğitimi: Buraya kadarki eğitim modellerinden anlaşıldığı kadarıyla ahilikte topluma yönelik bir eğitim söz konusudur. Bu toplum, ahinin kendi aile çevresinden başlayıp bütün insanlığı kuşatacak kadar geniş bir toplumdur. Bu bakımdan fütüvvetnamelerde su içmekten yemek yemeye, ev halkına nasıl davranılacağından makam sahibine nasıl davranılacağına kadar toplumsal hayatı ilgilendiren her konuda eğitimle bağlantılı ifadeler bulmak mümkündür. Bu konuda da birkaç örnek vermek konuyu tebellür ettirmek bakımından önem arz etmektedir. Mesela bir ziyafette suyun nasıl ikram edileceğine dair şu ifadelere rastlanmaktadır: “Su hizmetini görenin elbisesi ve endamı temiz olmalı, kendisi güzel, iyi huylu, güler yüzlü, tatlı sözlü bulunmalıdır. Önce belini temiz bir şeyle bağlar, sonra sağ eline testiyi alır, sol elini sağ elinin altına kor, su içenin sağ eliyle testiyi alabilmesi için kulpunu kendi sol elinin bulunduğu tarafa çevirir. Önce makam sahibinden başlar. Sağ ayağının başparmağını sol ayağının başparmağı üstüne koyar. Suda çerçöp varsa bir parçacık beyaz kâğıtla yahut buna benzer temiz bir şeyle arıtması için evvela su kabına bakar. Ansızın su dökülürse kurutmak için yanında bir bez parçası da bulundurur. Ayni zamanda testiyi üstüne koymak için elinde bir havlu bulunur. Makam sahibinin sağ eline kabı sunar. Sol tarafında diğer bir büyük varsa ona da verir. Sonra yine bu tarafa gelir, suyu tamamıyla dolandırıp herkesi suvarır.”[5] Yemek için sofra kurmanın ve yemeğin nasıl ve hangi kurallara uyularak sunulup yenileceğine dair adap ve erkân da yine fütüvvetnamelerde yer almıştır.[6] Yine bu eserlerde hasta ziyaretinin, yolda yürümenin, şarkı ve türkü söyleyerek eğlenmenin adabından da söz edilmektedir.[7] Aslında bu eğitimlerden geçen ahilerin bir benlik eğitiminden geçtiklerini söylemek, yanlış olmasa gerektir.


Prof. Dr. H. Ömer ÖZDEN** Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Ana Bilim Dalı

[1] Mehmet Şeker, Türk-İslam Medeniyetinde Ahilik ve Fütüvvet-Namelerin Yeri, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2011, s. 151.

[2] Abdülbaki Gölpınarlı, “Burgâzî Fütüvvet-Nâmesi”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, c. XV, No: 1-4, İstanbul, 1953-54, s. 125-126.

[3] Abdülbaki Gölpınarlı, İslam Ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı Ve Kaynakları, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. XI, İstanbul, 1949-1950, Sayı 1-4, s. 104; Şeker, Türk-İslam Medeniyetinde Ahilik ve Fütüvvet-Namelerin Yeri, 154.

[4] Gölpınarlı, “İslam Ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı Ve Kaynakları”, s. 253-254.

[5] Gölpınarlı, “İslam Ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı Ve Kaynakları”, s. 255.

[6] Gölpınarlı, “İslam Ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı Ve Kaynakları”, s. 255-260.

[7] Şeker, Türk-İslam Medeniyetinde Ahilik ve Fütüvvet-Namelerin Yeri, 159-161.