Refik Halid Karay’ın(15 Mart 1888- 18 Temmuz 1967) 1952 yılından itibaren çeşitli gazetelerde tefrika edilen ve daha sonra bir araya getirilerek yayınlanan yazılarının toplandığı hatıra kitabı. Bu kitap için,  ömrünün en verimli çağında 4 yılı evvelinde ve yurt içinde, 17 yılı da yurt dışında olmak üzere 21 yıllık bir sürgün hayatı ile yetişen Türk edebiyatının en usta kalemlerinden birinin ömür sermayesi diyebiliriz. 

Eser, her bir satırı ibret nazarlarıyla okunan bir yakın tarih panoraması niteliğinde. Refik Halid, içinde geçen isimler ve resimler ile bu biyografik eserinde bize ibret aynasından ibretlik çehreler ve çerçeveler  sunmakta. Kitapta tarihin kahramanları, deliler ve velileri ile birlikte bir bütün olarak bize sunuluyor. İtirazsız, ivazsız bir anlatım tarzı benimsenmiş. Refik Halid, hayatını kalemi ile kazanan bir yazardır. Yazarımız yer yer kendisi ile de ironi yaparak, damdan düşmenin ne olduğunu bize kendiyle alay eden bir tonda anlatmakta. İçinden her tondan, her tenden insan hikâyesi bulabilmekteyiz. Abdülhamit döneminden başlayıp, meşrûtiyet dönemi, birinci dünya savaşı yılları, mütareke dönemi, işgal yıllarının İstanbul’u, sürgün yıllarının cumhuriyeti, Lübnan ve Suriye’de menfa(sürgün) seneleri, tek parti dönemi, çok partili hayat olmak üzere tüm dönemler büyük bir kalem ustalığı ile anlatılmış.  

Refih Halid için hiciv geleneğinin son büyük temsilcisi diyebiliriz. Kendi ifadesiyle ‘’dokuz köyden kovulandır.’’ Bunun için de yine kendisini ‘’heccavlığımız basılmış eserlerden ziyade sohbetlerde’’  diye ifade eder. 

 Kirpinin Dedikleri adıyla izah-meleştiri yazıları yazmış bir isimdir Refik Halid. Şimdilerde biraz da batılı jargon tesiriyle bu tarz duruş ve kalem sahiplerine ‘muhalif’ denilmekte. Hakikati sabit kadem dile getirmenin, bedelini ödemeyi göze alacak kadar doğrulara sahip çıkmanın, hakikate sadık olmanın, kararlı ve yüksek kalem edasıyla ve sedasıyla doğruları dile getirebilme duruşudur yazarımızın çizgisinin özeti.  

Kendince çizdiği bir yolda hakikatini söyleyerek bedelini göze aldığı kalem haysiyetini ilk ağızdan  okumak isteyenlere çok özel bir hayat hikâyesi. Editörlüğünü yapan  Yusuf Turan Günaydın’ın  ifadesiyle bu kitap, ’’sürgünde iken ve yurda döndükten sonraki duygu, düşünce ve tavırlarını yansıtması bakımından özellikle dikkat çekici… ihatalı bir biyografisi’’ niteliğindedir.   Değerli tarihçi Prof. Dr. Ali Birinci’ye göre Refik Halid Karay, ‘’Yirminci asırda Türkçe’nin en kıvrak ve maharetli kalemlerinden biri belki de birincisidir.’’  Esere oldukça övgü dolu bir giriş yazan Prof. Dr. Birinci ile yaptığımız görüşmede hakkında çalışmalar yapan biri olarak Refik Halid ve eser hakkındaki sualimize  ‘’fikrim değişmedi’’ diyerek hüsnü şehadetini pekiştiren bir mukabelede bulundu.  

Hal böyle olunca biyografi niteliğindeki bu hatırat kitabı lirik tarafının yanında yakın tarihe ve pek çok hadiseye de ışık tutan niteliği ile ayrı bir anlam kazanmaktadır. Bir başka ifadeyle bu kitap bir hatıra kitabının çok ötesinde anlamlar yüklenmiş bir muhalled eser niteliğine bürünmüştür. Diyebiliriz ki, içerik ve yorumlamaları tamamen serbest kalmak şartıyla bu kitap üniversitelerimizde doğrudan doğruya Türkçe dersi olarak okutulabilecek kırattadır.  

Anadolu’nun pek çok yöresini dolaşan, iyi bir tahsil hayatı geçiren, sağlam bir aile terbiyesiyle yetişmiş bir şahsiyettir Refik Halid Karay.  Şemsü’l Maarif Mektebi ve Galatasaray Lisesi onu, zamanının kültür ve edebiyat muhitlerinin tam ortasında yetişmesini sağlamış. Yetiştiği muhitler itibariyle, Türkiye’ye yön veren bütün siyasal hareketlerin orta yerinde bulunmuş bir şahsiyet haline gelmiştir.  

Kültürel ve insani derinliğinin arka plan oluşturduğu iyi bir gözlemci olan yazarımız, sahip olduğu kuvvetli kültürünün desteklediği kalemi ile bize döneminin değişen özelliklerini yansıtan çok kuvvetli tasvirlere yer vermiş, bu eserinde. Bir bakıyorsunuz Osmanlı yemek kültürünü büyük bir vukufla anlatan yazarımız, okuyanları adeta bu yemeklerinin nadide çeşitleri arasında latif bir lezzet yolculuğuna çıkarmakta. Bir başka yerde tabiatı en güzel ve en özel renkleriyle tasvir ederek,  o güzellikleri bütün ihtişam ve mehabetiyle önümüzden resmi geçit yaptırmakta, bize adeta yaşatmakta. 

Bir başka yerde tahlil ettiği insan örnekleriyle, kesif bir hakikat projeksiyonunda  bize cemiyetten damlalar yüklü insan temelli çok enfes karakter nümuneleri sunmakta.  

Hani aynı malzeme ile herkes bir yemek yapar ama o ‘bir tanesi’ hep farklı rayiha ve tatta olurya işte Refik Halid’in Türkçesi de öyle farklı bir Türkçe tadında. 21 yıl sürgünde yaşayıp, aklı, fikri, morali ve motivasyonu yüksek bir insan olabilmeyi muhafaza eden ‘yazar nümûnesi‘ böyle olur dedirtecek türden.  

Kelime kadrosu fevkalade zengin. Kitabı okurken, her çiçekten nektar toplayan arı misali, bizi Türkçe’nin engin kelime ve kavram yolculuğuna çıkarmakta. Bu kitabı okurken bir taraftan da hemen yanınızda Doğan Büyük Türkçe Sözlük’ün mutlaka bulunması gerektiğini hissediyorsunuz.  Bazen de ‘’mek miktarı sadrazamlıktan’ kinaye bir kavram önünüze çıkıyor ve bu sözlükte bulamayınca, sizi başka başka kaynaklara yöneltecek kadar geniş vokabüleri olan bir yazar.   

Konuşur gibi bir okuma üslubu veren yazı karakterine, yazarın engin kültürü eklenince, Türkçe bedaheti okuyanların hatır ve hayalinden çıkmayacak bir eser ortaya çıkmış.  

Tasvirler, bazen İstanbul mutfağının tarifsiz zevk yüklü ramazan lezzetlerini bize yaşatırken, kimi zaman coğrafyanın eşsiz özelliklerini, yer yer de tabiatın renk ahenk çiçeklerini bize tanıtmakta.  

Kitap aynı zamanda bir yakın tarih anatomisi çizmekte. Hadiseler, isimler, resimler, kesimler olabildiğince özgün ve özgür bir üslupla ele alınmış. Teşhis edilmiş, tespit yapılmış, tahlile tabi tutulmuş.  

İnsan tasvir ve tahlilleri, kültürümüze ve bilgilerimize muazzam bir ahenk katmakta. Kendisiyle ilgili olanlar çok ayrı bir babta…  

‘’Gönlümü dinlendiren çınarlar beldesi, içinde kendi lisanımın öttüğü yeşil yuva, gördüğüm dakikada kanımla kaynaşan ve canımla birleşen dostlar yurdu!’’(sf.278) diye tarif ve tasvir ettiği Antakya sizi alıp, doğrudan içine çekiyor.  

Bütün bu eseri ortaya koyan Refik Halid kendisini, ‘’ben doğuştan dindar ve dilciyim’’ diye tarif ettikten sonra ‘’ben din ve dil tiryakisiyim’’(sf.230) diyerekten kendisini vasıflandırmaktadır. Ve insan önceliğini de ‘’dini dinime, dili dilime’’ diye ifadelendirip kendisini ortalama bir memleket insanı olarak  tanımlamaktadır. 

Ya Halep’e kadar gider de o halk şairinin o meşhur seslenişini dile getirmez mi yazarımız: 

‘’İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri.’’   

Yazarımızın kalemi kudreti ile zevk-i selimi arasındaki mükemmel insicamı bize, estetik yüklü bir medeniyet perspektifinden değme insan manzaraları sunmaktadır.  

Refik Halid tiplemelerini yer yer politika ve politikacılar üzerinde yoğunlaştırır,  ‘’politika bir idareyi devirip yerine geçme gayretidir ve o gayretle çırpınan kişi de politikacıdır.’’ Diye bir ‘’politika ve politikacı’’ tanımlamasında bulunur. Bir başka yerde Hakkı Behiç için, ‘’ihtirasının değil daha iyiyi bulmak hırsının mağduru’’ ifadesi bir tespitten öteye günümüzde de alınması gereken dersler ihtiva etmektedir.  

Gazi Ahmed Muhtar Paşa 1912 senesinde üç ay sekiz gün sadrazamlık makamında kalmış bir isim. Onun için bir tanımlaması var ki, günümüzde ilim ve askeriyedeki parlak hizmetlerinden sonra politikaya atılan ve pek tabi başarılı olamayan pek çok isme ders olacak mahiyettedir: ‘’Gazi Ahmed Muhtar Paşa şanlı mazisi ile kalacaktı, askeri mazisinden politikacı haline geçince Büyük Kabinesinde küçülüverdi.’’(sf. 149) 

Ahmet Mithat Efendi’nin sanatı ve yazarlığını tanımlaması ise köşe taşı gibi kelimelerden kuruludur: ‘’Hasan Mellah ayarında tekniği kuvvetli, karihası vüsatli, sadece merak hayret ve lezzetten ibaret bir sergüzeşt romanı değil Türkiye’de, dünya neşriyat aleminde bile nadir sayılabilir.’’  

Bazen tarihe hediye edilmiş olarak kalacak iz üzerine bir söz sadır olmakta Refik Halid Karay’dan. Hem de mahviyet edasıyla ve hiçlik makamında: 

‘’Şöhret nedir? Toz tabakası üzerinde bir iz.’’ 

Yer yer alıntılarda bulmakta yazarımız kendisini: ’’Abdülhak Hamid’in ’’Dışı sükût ile dolu, içi mahşer…’’ diyerek yaşadığı derin sancılarını hissederek dile getirir ve tefekkürünü devam ettirerek ’’Tünekte hindiler ve damda bacalar kadar derin düşünceye dalmayı hiçbir şekil temsil edemez’’ diyerek kendince ürettiği mecazlarını yazıya döker. Bazen de ‘’boruyu kurşundan da yaparlar demirden de..’’ diyerek her insandaki mizaç farklılığına işaret ediyor.  

Eserde bazen terminolojimizin köklerine de yolculuk yaptırılmakta. Stajdan evvel ‘’ikmal-i mümarese’’ olarak başlayıp, ‘’tevsi-i malumat’’a dönen, en sonunda da ‘’ihtisas yapmak’’ olarak karar kılan terkibin yolculuğunu da yine bu kitaptan öğrenebilmekteyiz.   

Diğer eserlerinin bir kısmının nasıl yazıldığına dair bilgilerde var  kitabın içeriğinde. Meşhur romanı Nilgün, ‘’gurbetzede’’ arkadaşı Osman’ın kendisine İstanbul’da anlattığı bir hikâyeden mülhem. Sultan Murad’ın torunlarından biri olarak parasız kalıp, zengin koca aramağa Hindistan’a giden bir prensesin hazin hayat hikâyesinden yola çıkılarak yazılmış, Nilgün romanı. 

İçinde muhatara, muhasara, mukavemet olan bir ömür yolculuğu. Olgunluk, dolgunluk, metanet ve cesaret gerektiren bir şahsiyet çizgisi. Bütün bu yaşananların yetiştirdiği bir maharetli kalem erbabı. Refik Halid 150’liklerden biri olarak sürgün yıllarında takip altındadır. Daha sonra kendisi için çıkarılan özel afla 1938 yılında yurda dönüyor.  1959 yılına kadar da emniyette altı ayda bir takip raporu düzenlendiğine dair kayıtlara rastlanıldığını yine bu eserden öğreniyoruz.

Refik Halid okumak isteyenlere, Bir Ömür Boyunca kitabıyla başlamalarını tavsiye ederim. Kitap 340 sayfa. 2011 yılında Türk Tarih Kurumunca  basılmış. Şömiz ciltli. 

Bu eseri Türk irfanına ve milli kültüre kazandıran Prof. Dr. Ali Birinci ve Yusuf Turan Günaydın’a kalbi teşekkürlerimi arz etmeyi bir görev biliyorum.  

Sağlıcakla kalın… 

Kaynakça:

1-Karay, Refik Halid – Bir Ömür Boyunca – Türk Tarih Kurumu Basımevi – 2011 – Ankara