İlk
atamam yapılmış görevime başlamam için yapılması gereken bütün prosedür
uygulanmıştı. Artık yeni bir başlangıçta, bildiklerimi öğretip bilmediklerimi
öğrenmeye, beni bekleyen ama benim hiç beklemediğim deneyimlere hazırdım. Ya da
hazır olduğumu zannediyordum.
İlk gireceğim dersin sınıf kapısının
önünde durdum. Bu kapı ?Siz yokken de
ben buradaydım ? der gibi yıpranmışlığın izlerini taşımasına rağmen, yıllara
meydan okurcasına pembeydi. Sınıf kapısı pembeydi ama okul, ağır abi
takılıyordu. Ne de olsa ana babasını arkada bırakıp köyünden gelen yüzlerce
çocuğa sahip çıkıyor; eğitiyor, öğretiyor, koruyup kolluyordu. Yedi gün yirmi
dört saat bu çocukları bağrına basıyor, hadi artık evinize demiyordu. Çünkü
burası zaten onların eviydi artık.
Yatılı okulumuz küçük bir ilçedeydi.
İlçenin küçük olmasına rağmen, şehri Türkiye?nin en büyük yüzölçümüne sahip
illerinden biri kabul edilmesine engel olmamıştı. Sadece yüzölçümü değil gönlü
de kocaman insanlarla doluydu burası. Anadolu?nun tam ortasına yerleştiği gibi
tanıyanların da kalbinin tam ortasına yerleşmeyi başarırdı. Kışının sert ve
soğuk, dağlarının dik ve yüksek olduğuna bakmayın, Kızılırmak?a ev sahipliği
yapacak kadar misafirperver, rengârenk çiçekleri, her mevsim ayrı güzel
ağaçları ve ormanlarıyla, derste yapmaya çalıştığımız manzara resimlerinin
orijinal haliydi. Her adımı buram buram tarih kokardı. Bu şehir tüm diğer
Anadolu şehirleri gibi nevi şahsına münhasır Sivas?tı.
Ben pembe kapının önünde durup derin bir
nefes çektim içime, bu nefes bana kırk dakika boyunca yetmeliydi. Besmelemi
çekip içeri girdim. O anda yirmi üç çift göz senkronize bir şekilde bana
çevrildi. Aman Allah?ım! Nasıl yapmışlardı bunu? Yirmi üçü de aynı anda, aynı
hızda ve aynı şekilde o güzel gözleri bana çevirmeyi nasıl becermişlerdi. Ne
kadar muhteşem gözlerdi bunlar böyle. Renkleri, şekilleri farklı olsa da hepsi
sevgi dolu, merak dolu, insanın içini ısıtan bakışlarla doluydu. Bu bakışlara
değil eğitim vermek, değil bilgi vermek can verilirdi elbette.
Bu gözler beni sınıf ortamından alıp bir
anda devasa büyüklükte amfi salona götürmüştü. Salonun bütün ışıkları
kapatılmış, sanki tek amacı heyecanımı daha çok artırmakmış gibi var gücüyle
ışıklar saçan spotları bana çevirmişti. Burası çok sıcak olmaya mı başlamıştı, biri
ışıkları mı yaksa, şey yani camları mı açsa. Zaman mı durmuştu niye donup
kalmıştı bu güzel bakışlar üzerimde. Şimdi ben bu sınıfın öğretmeni miydim? Bu
güzellikler de öğrencilerim mi? Nasıl bir duyguydu bu böyle. Deli gibi atan
kalbimin sesini duyabiliyorlar mıydı acaba? Sahnede sadece ben vardım ve
sanırım bir şeyler söylemem gerekiyordu artık. ?Çocuklar ben yeni öğretmeniniz
Hatice Yapıcı, yok değil.?? Yeni evli olduğum için yeni soy ismimi bu yoğun
heyecan ortamında kısa süreliğine hatırlamakta zorlanmıştım. Bir anlık
duraksamadan sonra, Hatice Geçit diyerek kendimi tanıtmıştım.
Yatılı okulda öğretmen olmak, öğretmen
olmaktan öte bir şeydi. Bu okulda sadece öğretmen değil, anne baba da
oluyorduk. Karşımızdakinin derdiyle hemhal oluyor, belki de -kâmil- insan oluyorduk. O günlerde ajandamın
kenarına yazdığım, ??Koşun dostlarım koşun galiba insan oluyorum. Bir elimle
kazandığımı diğer elimle dağıtıyorum?? sözü hâlâ durmakta.
Gündüzleri işlenen derslerin yanı sıra
öğrencilerin, yemek ve temizlik işleri takip edilirdi. Sağlık problemleri
olanların hastalığıyla mutlaka ilgilenilirdi. Ambar işleri de her ne kadar
teknik mevzular olsa da, öğretmen bu işlerin gözetiminden uzak duramazdı.
Gündüzler bitince, el ayak çekilir, evli
evine, köylü köyüne gider nöbetçi öğretmenler yatakhaneye nöbete giderdi.
Öğretmenler, evlerinden uzak o masum köy çocuklarıyla
ilgilenirlerdi. Öğretmenin yanına sokulma cesareti gösteren çocuklar, hayat
hikâyelerini anlatırlardı. Kış günleri anlatılan hüzün dolu hikâyelere uzaktan
rüzgâr uğultuları katılırdı. Kurt ulumaları da katılır mıydı bilinmez. Her
hikâyede yüreğim Anadolu kadar büyür, taşını, toprağını; köyünü, kentini ve
ayırt etmeksizin her bir ferdini öylece severdim. Bunca dağ, deniz; bunca canlı,
şu kadar insan memleketime sığardı. Memleketim kalbime sığardı. Kalbim bu
sevgiyle mutmain olurdu. Değil mi ki Resulü Ekrem Efendimiz ??Vatan sevgisi
imandandır?? diyor. Bu sevgiyi imanıma şahit tutardım.
Lütfen öğretmenlerin yüreklerini keşfedin.
Orada hormonsuz ve önyargısız sevgileri gördükçe, eminim öğretmenleri daha çok
seveceksiniz.