DERSAÂDET YAZILARI- 22

Vatan savunması için elzem olan iki cepheden birisi eğitim-öğretimdir. Hatta birincisidir. Ordu, vatan savunmasının silahlı cephesini, eğitim-öğretim ise bilgi cephesini temsil eder. Her iki cephenin kaynağı ise vatan evlatlarıdır yani çocuklardır. Bu kaynak göz ardı edilirse vatan savunmasının eksik kalacağı açıktır.

Eğitim-öğretim cephesinin tahkim edilmesi vatan savunmasının gücünü ve kuvvetini artıracak en temel unsurdur.  Maddî ve manevî tüm yönleriyle çocuğun inşası ise devletin ve milletin ihyasını beraberinde getirecektir. Bilgi gücüne sahip gençlerin vatan savunmasına katkısı sadece beden gücüyle ve muvazzaf askerlik göreviyle sınırlı kalmayıp bir ömür boyu fikren, ilmen ve çağın gerektirdiği her türlü gelişmelerin teknolojik araçlarıyla gerçekleşecektir.

Çocuk eğitiminin vatan savunmasıyla olan bağının somut örneğini Millî Mücadele’nin Anadolu topraklarında başlatılmasında inisiyatif kullanarak kritik görev ifa eden Kazım Karabekir Paşa’nın Doğu Cephesi Komutanlığı görevi esnasında görmekteyiz. Karabekir Paşa bir taraftan vatan savunması için cepheden cepheye koştururken diğer taraftan eğitim-öğretim cephesini ihmal etmemiş, çocukların eğitimini vatan savunmasıyla eşdeğer tutmuştur.

Çocuğun fıtratında mündemiç meziyetlerle birlikte aklî, zihnî ve bedenî yetenek ve becerilerinin uyandırılarak geliştirilmesi, aynı zamanda vatan savunmasının tahkim edilmesini sağlayan önemli bir görevdir.  Karabekir Paşa, Türk Milletinin ölüm-kalım savaşı verdiği ya da can pazarı yaşandığı bir hengamede “çocuk davası”nı öncelemiş ve bu davanın nasıl sürdürüleceğinin müşahhas örneklerini ortaya koymuştur.  Ona göre çocuk davası vatan savunmasıyla eşdeğerdir. O, göğüs göğüse savaşılan cephe kadar, cephe gerisindeki çocuklar konusunda yapılacak küçük bir stratejik hatanın yıllara sarkacak kayıplara yol açacağını biliyordu. Bunun en yakın ve en dramatik örneği Balkan Savaşlarında yaşanmıştı.

Sahip olduğu rütbenin nüfuzunu kullanan bazı zâbitlerin askerlik görevinin en temel işlerini ihmal ederek bir takım siyasi faaliyetlere tevessül etmeleri askerin talimsiz kalmasına, askerlik disiplininden kopmasına sebep olmuştu. Savaş patladığında bırakın redif birliklerini, muvazzaf askerlerin dahi talimsiz kalmaları nedeniyle tüfek tutmaktan aciz kaldıkları görülmüş, düşmanla karşılaşıldığında panikleyen eğitimsiz askerlerin geri çekilirken birbirlerini ezmeleri nedeniyle büyük hezimetler yaşanmıştı. Böylece beş yüz yıllık ecdat yadigarı Rumeli toprakları çok kısa sürede elden çıkmıştı. Nitekim geleceğin ordusunu oluşturacak çocuklara yönelik projeler bir yana askerlik görevinin en temel işlerini yerine getirmeyen zabitlerin Balkan Savaşlarında yol açtığı facianın etkisinin yüz yılı aşkın zamandır bir “insanlık dramı” olarak hâlen devam ettiği görülmektedir.

Karabekir Paşa ise vatanın savunulduğu cepheyle, cehaletle savaşılan eğitim cephesini aynı derecede önemsemişti. O her iki cephenin aynı anda ve koordineli bir şekilde savunulması gerektiği fikrine sahipti.  Karabekir Paşa’nın Doğu Cephesindeki mücadelesi bu düşüncesini hayata geçirdiği bir dönem olmuştur. Onun kaleme almış olduğu “Çocuk Davamız” isimli eseri, çocuk eğitiminin vatan savunmasıyla eşzamanlı yürütülecek bir mücadeleyi gerektirdiğinin somut örnekleriyle doludur.

Eser, bu toprakların çocuk eğitimine dair kıymetli tecrübelerini ve özellikle maarif müktesebatı açısından örnek olacak uygulamalarını içermesi bakımından eğitim politikalarının belirlenmesinde ve uygulama süreçlerine aktarılmasında titizlikle incelenmesi gereken bir hazine niteliği taşımaktadır. Bu kıymetli hazine ilgililer ve yetkililer tarafından değerlendirmeye alınmış mıdır? Ya da redd-i miras edilerek tarihin karanlık sayfalarına ötelenmiş midir, bilinmez.

Amerika’nın yeniden keşfedilmesinin anlamsızlığı ortadadır. Anadolu coğrafyasının ve tarihinin en namüsait şartlarında tecrübe edilmiş özgün ve millî bir eğitim projesi ya da Karabekir Paşa’nın ifadesiyle “Çocuk Davası” gibi kıymetli bir model önümüzde dururken her alanda olduğu gibi Batı’ya öykünen bir eğitim modeliyle varılacak yer bugünkü gelebildiğimiz noktadan öteye gidemeyecektir.

Artık çok yaygın bir şekilde tanık olunmaktadır ki; Batı’ya öykünmenin bedeli millî kimliğine yabancılaşmış bireylerin yetişmesine yol açmakta, gençliğin zihnini “Avrupa’da eğitim” ya da “Avrupa’da yaşam” hayalleri meşgul etmektedir. Anaokullarında sınıfları süsleyen kahramanların Batılı kahramanlardan seçilmiş olması, etkinlik alanlarının tamamen İngilizce kelime ve cümlelerle donatılması, yabancı dil eğitiminin okulöncesi eğitim devresine kadar inmesi Türk Milletinin çocuklarının, daha okulöncesi eğitim aşamasında Batı’ya hayran bireyler olarak yetişmesine yol açmaktadır. Bu durum derin bir kimlik bunalımını da beraberinde getirmektedir.

Karabekir Paşa’nın “Çocuk Davası”nda öncelediği ilk ilke beden terbiyesiyle şuur terbiyesinin aynı derecede önemli olduğu ilkesidir. Bu ilke, beden ve ruh sağlığıyla tekamüle erer. Çocuklara teferruatlı bilgiler yüklemeye, onları bilgi hamalı yapmaya gerek yoktur. Çocuk eğitiminde bedenî etkinliklere ilaveten millî his ve duyguları kazandırıcı egzersizler yaptırılması birinci terbiye metodu olmalıdır. Bedenen güçlü ve sağlıklı olmalarını sağlamaya yönelik faaliyetlerle birlikte düşünme ve muhakeme etme becerilerinin geliştirilmesine çalışılmalıdır. Tarihimizdeki önemli millî olaylar sık sık çocuklara anlatılmalı, görgü kuralları uygulamalı olarak gösterilmelidir.

Karabekir Paşa’nın hayata geçirerek semeresini aldığı “Çocuk Davası”nın pek çok etkinlik örneklerine burada değinmek mümkün olmasa da bu etkinliklerin her birisinin çocuğa benlik ve kimlik kazandıracak faaliyetler olduğu görülmektedir.

90’lı yılların en çok satan romanı Paulo Coelho’nun Simyacı’sında Endülüslü çoban Santiago’nun rüyasında gördüğü bir definenin ardına düşerek İspanya’dan Mısır’a uzanan yolculuğu konu edilmektedir. Aylarca süren meşakkatli yolculuğun ardından Mısır piramitlerine varan Santiago elleri boş bir şekilde köyüne dönmek zorunda kalır, ancak eşkıyaların saldırısına uğrayan Santiago önemli bir bilgiye ulaşmıştır. Define, Santiago’nun köyündedir ve her gün koyunlarını güderken altında dinlendiği incir ağacının dibindedir.

Santiago’nun ömür tüketen maceralı yolculuklarında olduğu gibi daha fazla zaman kaybetmeden, üzerinde oturduğumuz maarif müktesebatımızın ivedilikle keşfedilmesi, saklı kalmış zenginliklerin gün yüzüne çıkarılması ve öncelikle millî bir “çocuk davası” ve “eğitim modeli” ortaya konulması istikbal ve istiklal için önem arz etmektedir. Bu süreçte “İlim Çin’de de olsa alınız.” fehvâsınca eğitim dünyasındaki ilerlemelerden ve gelişmelerden insanlığın ortak kazanımı bağlamında yararlanılması da elbette ihmal edilmemelidir.