Bölmeli düşünme yahut bölmeli kafa, Avrupa medeniyeti marifetiyle, Bir’in hikmeti içinde olan tabiatın insanın karşısına konumlandırılmasıyla başladı. Ardından sanayi devrimiyle doğdu, Fransız ihtilali ile gençleşti, Alman idealiyle genişledi, Amerikan hoyratlığıyla girmediği mekân kalmadı. Aklın / zihnin keskin bir şekilde parçalara bölünmesi, her bir parçasının bağımsızcasına hareket edeceği tasavvuru olan bölmeli düşünmeye, bir çeşit şizofreni hali de denebilir. Çünkü bu düşünme bloklaşması, özel hayat ile kamu hayatının, iş ahlakı ile genel ahlakın, aile eğitimi ile devlet eğitiminin, dini hayat ile mesleki hayatın, siyasi yaşam ile sosyal hayatın, din ile devletin gibi insana dair ne varsa her şeyin birbirine karışmaması, bunların kesin çizgilerle ayrılmasını önerir. Bir çeşit zihin yarılmasıdır. Bugün çoğumuz,  az ya da çok bu hal içreyiz.  

Mesela deprem konusunda sıklıkla karşı karşıya getirilen din ve bilim, dikotomik düşünme bağlamında ele alınıyor, böylece ortaya çıkan anlaşamamazlık, doğal olarak bir çatışmayla neticeleniyor. Dinin karşısına bilimi koyanlar yahut bilimin karşısına dini koyanlar ile bunları bir arada yürütenlerin hepsi, esasında bu bölmeli düşünmenin sahasında top oynadıklarını, oynatıldıklarını gözardı ediyorlar ya da gözden kaçırıyorlar. Din ile bilimin yan yana olduğunu iddia edenlerle bunları karşı karşıya getirenler aynı şeyi söylüyorlar esasında. Çünkü yan yana olmakta bir tefriktir ve bu da bölmeli kafanın istediği bir şeydir. Bütünsel düşünmek isteyenlerin, önce, bilim diye bir şeyin olmadığını anlayabilmeleri için, bu bölmeli düşünmenin tuzağından kurtulmaları gerek. Bir başka deyişle bilim adamıyla din adamı ayrımı olduğu müddetçe hakikatin kulvarında yer edinmek imkân dışı.  

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN....