AĞLAYARAK OKUYACAĞIMIZ SAHABE, ABDULLAH ZÜ'L BİCADEYN (RA).(ÇİFTE ÇULLU)

 

* Suffe medresesinin bu muhterem talebesinin ismi İslâma girmeden önce, "Uzza" isimli putun kulu mânâsına gelen Abduluzza idi. Müslüman olduğunda Resulullah Efendimiz, "Hayır, sen Abdüluzza değil, Abdullah'sın" buyurarak onun ismini değiştirdi. * Müzeyne kabilesine mensuptur.

 

Küçük yaşta iken babası hiçbir şey bırakmadan ölünce varlıklı bir kişi olan amcasının himayesinde büyüdü; onun sayesinde deve, koyun ve köle sahibi oldu. Medine'den uzakta bir bölgede yaşayan Zülbicâdeyn (râ), Resûlullah’ın Medine’ye hicret etmesi üzerine İslâm’a büyük ilgi duydu, fakat amcası buna karşı çıktığından Müslümanlığını açıklamayı cesaret edemedi. Nihayet bir gün amcasından müslüman olmak için izin istedi. Bu isteğine de şiddetle muhalefet eden amcası, böyle bir şey yaptığı takdirde sırtındaki elbiseye varıncaya kadar her şeyini elinden alacağını söyledi. Buna rağmen Zülbicâdeyn, taşa tapmayı bırakacağını ve Hz. Muhammed’e tâbi olacağını söyleyerek amcasının verdiği her şeyi iade etti.

 

Resûl-i Ekrem’in yanına gitmek için giyeceği bir elbisesi kalmadığından annesi ona “bicâd” denilen bir kumaşı (veya bir kilimi), bir tür elbise yaptı. * Medine’ye gitmek için gecenin karanlığına, yalın ayağına, üzerindeki garip elbiseye aldırmadan kayalar, dikenli yollar, dağlar, tepeler aşarak Medine'ye doğru hareket etti. Ayakları parçalandı, acısını, peygamberimiz'e olan sevgisinden dolayı duymaz olmuştu, kuruyan dudakları suyu unutmuş, gece yıldızları, gündüz yakan güneşi kendisine arkadaş edinmişti. Medine'ye yaklaştıkça sevinci, heyacanı artıyor, gönlü peygamberimiz sevdasıyla yanıyor ve yoluna devam ediyordu. Medine'ye yaklaşınca heyacanla eski ismi Yesrip olan bu nurlu belde Medine'yi göz yaşıyla seyrediyor, Peygamberimiz'le karşılaşacağı anı hayal ediyordu. Medine'ye varınca geceyi Mescid-i Nebevî’de geçirdi ve sabah namazında kıyafetiyle Resûl-i Ekrem’in dikkatini çekti. Çünkü sırtındaki çuvalı çıkararak ikiye böldü, bir parçasını beline alarak üst tarafını örttü, diğer parçasını omuzlarına aldı. Resûlullah (sav), ona kim olduğunu sorunca, “Ben Abdül Uzza” diye cevap verdi. Peygamberimiz (sav), Hayır “Sen Abdullâh Zü’l-Bicâdeyn (??? ?????????????: çifte çul/kilim sâhibi)sin! Buyurdu. * O günden itibaren sahâbe arasında bu lakapla tanındı. Peygamberimiz (sav), "Bana yakın yerde bulun! Sık sık yanıma gel!” buyurdu. Abdullâh Zülbicâdeyn, suffede bulunuyor, Kur’ân-ı Kerîm öğreniyordu. Kur’ân-ı Kerîm’den birçok sûreleri okuyup ezberlemişti.

 

Resûlullah’ın tâlimatıyla Selemeoğulları tarafından evlendirildi. Daha sonra bazı gazvelerde Resûl-i Ekrem’e rehberlik etti. * Gür sesiyle, öğrendiği Kur’an’ı yüksek perdeden okur; tekbirini yine yüksek sesle getirir ve sesi mescidin dışından duyulurdu. Bu durum, etrafındakileri rahatsız etmiş olmalı ki Kur’an-ı Kerimi okurken ya da dua ederken sesini yükseltmesini riya olarak değerlendirenler dahi olmuştu. Bir defasında Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in yanındayken: “Ya Resulallah (Abdullah Zülbicâdeyn’i işaret ederek) Şu bedeviyi duymuyor musun? Yüksek sesle Kur’an okuyarak insanların Kur’an okumasına engel oluyor.” dedi. Resulüllah (sav) ise onun riyakâr değil, bağrı yanık ve gözü yaşlı biri olduğunu ifade edip: “Ey Ömer! Onu kendi hâline bırak! O; Allah ve Peygamberine hicret etti. Allah’a dua eden bağrı yanıklardandır (evvâhlardandır) (Allah için inleyen, ağlayan, gözyaşı döken).” buyurdu. * Tebük Seferi’nde yalnız bir sahâbî şehît olmuştur. Bu sahâbî, müşrik bir kabîle içinde İslâm’la şereflenen Abdullâh el-Müzenî Zülbicâdeyn'dir. Tebük Seferi’ne çıkılırken kendisine şehâdet nasîb olması için Hazret-i Peygamber’den ısrarla duâ taleb etti. Resûlullâh (sav):

 

“Ey Allâh’ım! Onun kanını kâfirlere haram kıl!” diyerek duâ etti.

Abdullâh (ra):

“–Yâ Resûlallâh! Ben öyle istememiştim!” dedi.

Allâh Resûlü:

 

“–Sen Allâh yolunda harbe çıkar da hummâya tutularak ölürsen, şehîtsin! Hayvanın seni düşürüp boynunu kırarsa, sen yine şehîtsin! Gam çekme! Bunlardan hangisi olursa, şehîtlik için sana yeter!” buyur­dular.

 

Gerçekten onun şehâdeti mûcizevî bir şekilde Allâh Resûlü’nün buyurduğu sûrette tahakkuk etti. Ordunun dönüş hazırlıklarıyla meşgûl olduğu bir gece, biri Peygamberimiz (sav), ikisi de Allâh ve Resûlü’nün dostu üç kişi, cenâze taşıyorlardı. Bu üç kişi; Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer idi. Taşıdıkları cenâze ise Abdullâh Zü’l-Bicâdeyn idi. * Zülbicâdeyn, Tebük Gazvesi sırasında hummaya yakalanmış ve bir gece şehid olmuştu. Cenaze namazı Resûlullah tarafından o gece kıldırıldıktan sonra yakılan bir ateşin ışığında defnedildi. Resûl-i Ekrem kabrinin geniş tutulmasını ve naaşının hırpalanmadan taşınmasını emretti; ardından bizzat kabrine inerek Hz. Ebû Bekir ile Hz.Ömer’in yardımıyla naaşı alıp kabre koydu. Defin işlemi tamamlandıktan sonra Resûlullah (sav) kıbleye döndü ve ellerini kaldırarak, “Allahım! Ben ondan razıyım, sen de razı ol!” diye dua etti ve onun Allah’ı ve Resulünü seven, içi yanık, gözü yaşlı ve çok Kur’an okuyan bir kimse olduğunu söyledi. Olayı izleyen Abdullah b. Mes‘ûd’un, “Ben ondan on beş yıl önce müslüman oldum” dediği, Zülbicâdeyn’in Resûl-i Ekrem tarafından kabre konulup methedilmesine çok imrendiği ve onun yerinde olmayı çok istediği rivayet edilir. Allah'ım şefaatine nail eylesin