Ramazan ayı; oruç, sahur, iftar, Kur’an tilaveti, teravih ve bayram sevinciyle nihayete eren maneviyatın yoğun olarak yaşandığı kutlu bir ay olarak hafızalara kazınmıştır.
Türkiye’nin her bölgesinde hatta her şehrinde, Ramazan’ın manevi atmosferini farklı ve özgün bir şekilde toplumda karşılık bulduğuna şahit olmaktayız.
Bu yazıda Türkiye’nin güzide bir şehri olan, bulunduğu coğrafi konum itibariyle doğa güzellikleri ve dağlarıyla zihinlerde yer edinen, düğünleri ile nam salan Hakkâri’de Ramazan’ın tarihi seyri ve toplumdaki etkileri; bireylerin hatıralarından izler sürülerek anlatılacaktır. Ayrıca bundan yaklaşık olarak yirmi beş yıl önceki Ramazanlar, Hakkâri’li bir akademisyenin perspektifinden Ramazanların nasıl yaşandığı ve toplumda nasıl karşılık bulduğuna dair anıları aktarılmaya çalışılacaktır.
2000’li yıllarda Hakkâri’de Ramazan ayının gelmesine haftalar kala Ramazan hazırlığının sevinç ve heyecanı toplumun kadın, erkek, çocuk, yaşlı her kesimini sarardı. Hemen her evde herkes, Ramazan hazırlığının kendi üzerine düşen gerekliliklerini yerine getirmek için büyük bir huşu içerisinde çaba gösterirdi.
Ramazan’ın gelmesine günler kala, evler baştanbaşa temizlenip yıkanır, bir iki gün kala ise neredeyse her evde iftar ve sahurlarda tüketilmek için bir ay boyunca bütün ev halkına yetecek kadar ekmek ve çörek (kâde) tandırda da pişirilirdi. Evin reisi konumunda olan erkekler Ramazan için lazım olan gıda ve diğer ihtiyaçları karşılamak için günler öncesinde genellikle İran veya Irak’a (o zaman için ekonomik olduğu için) bizzat giderek Ramazan alışverişlerini yaparlardı. Oralara gitme durumu olmayan aileler ise Ramazan alışverişlerini ilçede yaparlardı. Bu alışverişlerde Ramazan için gerekli olabilecek her şey alınırdı. Ancak tahin ve pekmeze ayrı bir ehemmiyet verilirdi. Ramazan geldiğinde neredeyse her evde sahur için mutlaka tahin ve pekmez bulunurdu. Öyle ki sahur denilince akla tahin pekmez gelir, hiçbir sahur tahin ve pekmez olmadan geçirilmezdi.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra maneviyatıyla ve bütün coşkusuyla mübarek Ramazan ayı gelirdi. İlk günden itibaren genç, yaşlı, çocuk, kadın herkes teravih namazına büyük bir heyecan ile iştirak eder ve camiler dolup taşardı. Çeşitli ilahi ve salavatlar eşliğinde kılınan Teravih namazından sonra tesbihat yapılır, dualar edilirdi. Namaz bittikten sonra her akşam ayrı bir eve misafir olunur ve saatlerce sohbet edilirdi. Çocuklar da kendi aralarında kibrit, saklamaç, uzun eşek vb. oyunlar oynarlardı. Öyle zamanlar olurdu ki sohbetin güzelliği ve tatlılığından ötürü gelen misafirler sahur yaptıktan sonra ancak dağılırlardı.
Ramazan’ın birinci gününden itibaren genç, yaşlı, çocuk ve kadın herkes öğle namazından ikindiye kadar elifba ve Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek için camiye giderdi. Erkek çocuklara ve yetişkin erkeklere imam efendi, kız çocuklarına ve hanımlara ise imamın eşi ders verirdi ve Ramazan ayı boyunca bu tertip üzere derslere devam edilirdi. İftar yemekleri itina ile hazırlanır, her gün çeşitli, güzel ve lezzetli yemekler yapılır, uzun ve adeta uçsuz bucaksız sofralar kurulurdu. İftar vaktine 10-15 dakika kala çocuklar balkona veya dama çıkıp imamın ezan okumasını bekler, okunduğunda ise sevinçle “Ezan okundu, ezan okundu!” diye heyecanlı bir nida ile haber verirlerdi. İftarda bütün aile efradı aynı sofraya otururdu. İftara başlamadan önce münferit dua edilir, yemekten sonra ise toplu olarak yemek duası edilirdi. Sofraya önce oruçlu olanlar oturur, o gün oruçlu olmayanlar çocuklar ise edepten sofraya oturmazdı. Kimse de önce ben sofra oturacağım diye tutturmazdı. Oruçlu olanlar iftarlarını bitirdikten sonra oruçlu olmayan çocuklar sofraya oturur ve yemeklerini yerlerdi. O zamanlar “Sen küçüksün, oruç tutamazsın” diye bir kısıtlama olmadığı gibi çocuklar oruçlarını bozduklarında da kimseden tepki almazlardı. Böyle bir durumda çocuklar cesaretlendirilir. “Bir şey olmaz yarın tam tutarsın” diye teselli edilirdi. Dolayısıyla çocukların yaşı küçük olsa bile anne, baba, abla ve abiler tarafından gücü ölçüsünde oruç tutulması teşvik edilirdi. Ailesi ile birlikte sahura kalkan çocuklar; bazen öğlene kadar, bazen ikindiye kadar, bazen de iftara kadar dayanır sonrasında tuttukları orucu güzel bir iftarla taçlandırırlardı. Çocuklar arasında tam gün oruç tutabilmek büyük bir iftihar göstergesiydi. Tam gün oruç tutabilen çocuklar bununla övünür ve arkadaşlarına hava atarlardı.
Mübarek gecelerin en hayırlısı, bütün günlerin ve gecelerin sultanı olan Kadir Gecesi’ne ise herkes ayrı bir ehemmiyet verirdi. O gün ikindi ile akşam arası genellikle bütün aileler maddi olanakları çerçevesinde ekmek, bisküvi ve şeker dağıtırdı. İftardan sonra herkes camiye gider, teravihten sonra cemaatle tesbih namazı kılınır, akabinde herkes münferit olarak kaza namazlarını kılar ve Kur’an okurdu. Pek çok insan geceyi sahura kadar camide ibadetle geçirir, o gece sahura mutlaka bir kaç misafir gelir; sahuru evde beraber yaparlardı. Yine bu gecelerde her aile kendi imkanları dahilinde camiye bisküvi, şerbet vb. getirip tesbih namazından sonra bütün herkese dağıtırdı. Bu gecelerde çocuklar, aileler tarafından dağıtılan ikramlarla bayramdan önce bayram sevinci yaşarlardı.
Bayrama bir hafta kala herkeste bir bayram hazırlığı telaşı başlar; bayram için gerekli olabilecek gıda, şeker, tatlı, içecek ve bayramda giyilecek giysiler peyderpey tamamlanırdı. Bayramdan önceki iki gün temizlik günü olarak değerlendirilir, bütün ev hanımları o günleri sabahtan akşama kadar evlerini temizlemekle geçirirdi. Arefe günü ise oklava (dorik) olarak adlandırılır; bugün, önceki akşamdan büyük leğenlerde (teştlerde) mayalamaya bırakılmış hamurlarla akşama kadar ekmek pişirilirdi. Pişirilen ekmekler ikindi ile akşam arası, hane nüfusuna göre değişen sayıda mahalledeki veya köydeki her eve dağıtılırdı. Ayrıca ikindiden sonra, akşam namazına doğru, durumu elveren aileler çocuklara hayır adı altında şeker, bisküvi ve gofret dağıtırdı. O zamanlar çocuk olmanın ayrı bir güzelliği ve tadı vardı. O zamanlar çocuklara genellikle bayramdan bayrama elbise alınırdı. Çocuklar kendi elbiselerini yastıklarının altında saklar, bayram sabahı heyecanla erkenden kalkar, bayramlıklarını giyerek bütün evleri tek tek dolaşıp şeker toplar ve öğleden sonra da çeşitli oyunlar oynayarak bayramı dolu dolu geçirirlerdi.
Bayram günü bütün köy halkı bayram namazına gider, bayram namazını kıldıktan sonra kadın ve erkekler ayrı gruplar halinde bütün köyle bayramlaşırdı. Bayramın 3-4 günü boyunca her öğün, köyde ayrı bir ev yemek yapar; herkes o eve toplanır ve hazırlanan lezzetli yemekler afiyetle yenirdi. Bu şekilde ilk gününden son gününe kadar yüksek bir samimiyet ve huşu içerisinde oruç, iftar, sahur, Kur’an tilaveti, teravih ve diğer ibadetlerle geçen bu mübarek ay, bayramla taçlandırılarak uğurlanırdı.
Hakkâri Üniversitesi / İlahiyat Fakültesi / İslâmî Türk Edebiyatı Bilim Dalı
Dr. Eyüp AKDOĞAN
eyupakdogan@hakkari.edu.tr






















