Zaman dediğin nedir ki? Takvimlerdeki yıl, ay, gün müdür? Köstekli saat  kadranında gösterilen, saat, dakika, saniye midir? Zaman, belki hiçbiri belki de hepsidir, kim bilir? Bilinen odur ki zaman sürekli insana bir şeyler verir. Sürekli insandan bir şeyler alır. Zamanın sürekli uyguladığı kampanya ”Eskiyi Getir Yeniyi Götür.” dür. Servis ağı yaygın, lojistik desteği tamdır. Bunun için eskiyi de kendi getirir yeniyi de kendi götürür. Çocukluğunu getirse bebekliğini götürür. Gençliğini getirse çocukluğunu götürür. Getirecek bir şeyi kalmazsa da insanı alır götürür. Her daim sana fırsatlar verip senden bir parça alan zamana hayat denir.

   Dünyaya gözleri açtığım andan itibaren hayli zaman geçti. Geçen süre içinde en güzel anılarımı biriktirdiğim zaman dilimi çocukluğumdu.

   Sanki dünyam cennet gibiydi. Hiçbir şeyden bihaber, mutluluk dolu yıllardı. Sanırım o yılları güzelleştiren de sorumluluk taşımıyor olmaktı. Korunaksız, savunmasız gibi görünsen de, anne ve baba adlı iki melek tarafından itina ile korunduğun zamanlar. Annelerimizin bizi gözünden bile sakındığı yıllar. Benden başka bilen olmasa da hiç kuşkusuz prensestim. Ne ki bunu benden başka bilen yoktu. Bu ise hiç sorun değil. Öğrenciyken öğretmenimiz bir soru sormuştu. Benden başka bilen olmadığı için kocaman bir aferin almıştım.

   Çocukluğumda anne adlı melek, evde koruyucumuzdu. Baba adlı melek hem dışarıda koruyucumuz hem de rızkımızın getireni idi. Her şey zevkliydi. Her şeyin tadı vardı. Henüz diyet nedir bilen yoktu. Kocaman isteklerimiz, bitmeyen kaprislerimiz yoktu. Aza kanaat eder, küçücük şeylerle mutlu olurduk. Bir sofrada oturur, bir tabaktan yemek yer, aynı bardaktan su içerdik. Öyle iştahlı yerdik ki çalardık kaşığı kalmazdı bulaşığı. Yemek seçmezdik, ekmeğe kuru, ayrana duru demezdik. Kuru fasulyenin yanında kuru soğan, tarhananın üstünde nane; bulgur pilavı ve turşu. Bundan iyisi Şam’da kayısı.

   Kardeşlerimle mahalle oyunlarını çok severdik. Arka mahallede akranlarımızla buluşmalarımız pek hoş olurdu. Herkes evinde ne varsa getirirdi. Çay eşliğinde sohbetlerle yenilir içilirdi. Yıldızlar göğü süsleyen kandillerdi. Arada bir de olsa, bakkaldan alınan dondurmalar mükemmeldi. Sonraki yediğim hiçbir dondurma o lezzeti vermedi, veremedi. Şimdi bile ağzım sulandı. Dondurmaya mı yoksa geçmişe mi bilemedim.

   Komşu kızları ile kardeş gibiydik. Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için ifadesi bizler için geçerliydi. Birlikte oyunlarımız, yarışmalarımız bedenimizi yorar, ruhumuzu doyururdu. Kıskandığım şey komşu kızının mahalledeki tek bisikletiydi. Aslında biz de alabilirdik. Fakat babam, çocuklarına bir şey olur korkusundan almıyordu. Babam korka dursun komşu kızının bisikletiyle mahalleyi çok güzel turlardım. Bisiklet sürerken tekerler yere, başım göğe değerdi.

   Elimize hatırı sayılır harçlıklar geçmezdi. Geçen en küçük parayı bile fazla bekletmeden bakkal amcaya götürürdük. Bakkalın en fazla dondurmasını sevdiğimiz su götürmez bir hakikat. Ardından para çikolata listeye girerdi. Çikolatasını yer, gerçeğini biriktiremediğimiz paranın oyuncağını bari biriktirirdik.

   Benim babam kuru yemişçiydi. Evimizin altındaki dükkân nohut, fasulye ve değişik bakliyatlarla doluydu. Onlarında ayıklanması gerekiyordu. Tabi kim yapacak? Öyle zor bir soru değil, cevap belli. Komşu kadınları ve biz dört kız kardeş. Bizim dükkânda toplanıp çay ve kuru yemiş eşliğinde fasulye, nohut ayıklardık. İş sonunda belimiz kopardı. Ama ne gam, gülmekten farkına varmazdık. Anlatılan hikâyelerden gülme krizlerine girdiğimiz olurdu.

   Cep telefonları yoktu, ev telefonları vardı bazı evlerde. Haberleşmeler yeni yetme çocuklar aracılığı ile yapılırdı. Televizyon her evde yoktu. Evlerde nadiren vardı, biri de bizim evdi. Babacağızım bizleri mutlu etmek için almıştı. Şimdi önemsiz gibi görünen bu hadise o zaman zordu. Mübalağa ettiğim zannedilebilir oysa gerçek küçük bir servet  ödenerek alınmıştı.

   Komşular her akşam bizim evde. Haftanın iki günü film var. Film bile birlikte izlenince güzel. İnsanlar ya mutlu, ya mutluluğa yakın. Depresyon, psikolojik bunalım, psikolojim bozuldu bilinmeyen ifadelerdi. Siyah önlüğün üstüne beyaz yakamı, siyah saçlarımın üstüne beyaz tokalarımı takardım. Televizyonlarımız bile siyah beyazdı. İlginç bir şekilde hayallerimiz rengârenkti.

   Düşünüyorum da bugün eşyalarımızın doldurduğu yerlerde, mutluluk dolu hayatlar bulunuyordu. Yoksa iki güzellik yan yana mümkün değil mi? Cennete mi saklamalıyız güzellikleri aynı anda yaşama isteğini? Eğer öyleyse eşyalarımızı eskiciye verip, mutlulukları geri mi çağırsak? Sahi bunu yapabilir miyiz? Bir an bu arzumuzu yaptığımızı varsayalım. Eşyalar için yerinden ettiğimiz mutluluk, çağırınca yeniden yerine gelir mi? Bilemiyorum. Bildiğim tek şey mutluluk dolu hayatları özlüyorum. Eskiyi götürüp yeniyi getiren zaman, eskiyen eşyalarımız yerine özlem duyduğumuz mutlulukları getirse keşke.

MERAL EMRE ÖZAKIN

(4/B Sınıfı öğrencilerinden Abdullah ÖZAKIN’IN annesi)