En son ne zaman kalbinizi dinlediniz
ya da dinlettiniz hatırlıyor musunuz? Yok, öyle demek istemedim, üzerinde beyaz
önlüğü, omzunda stetoskopla dolaşan bir kardiyologdan sıra alıp almadığınızı
falan sormadım cancağızım. Kalbinizi diyorum hani, yüreğinizi, vicdanınızı
diyorum en son ne zaman dinlediniz ve zihninize dinlettiniz? Kalbiniz tıkır
tıkır çalışıyordur ne ala da [...] vicdanınız durmuş olabilir ondan sordum.
Sordum, çünkü bugün neredeyse
herkesin ve her şeyin astarıyla bir yüzü değişti de ondan sordum. Ne doğumlar eski doğumlar gibi ne de ölümler.
Hele ki doğumlara sevinmek kadar ölümlere üzülmenin de şekli hepten değişti
vesselam. Bakışlar, duruşlar, davranışlar, hisler, sevdalar, gülüşler,
ağlayışlar, yazılar, şiirler, şairler, yazarlar, öğrenenler, öğretenler,
anlatanlar, dinleyenler, âşıklar, maşuklar, anneler, babalar, evlatlar,
kardeşler ve dahi yaşanan hayatlar...
Elimizden düşürmediğimiz cam
ekranlardan yalnızlık ağıyor duygularımıza. Sosyal medya bataklığının orta
yerinde kudurmuş sinsi çehrelerin azgın hayalleri geçiyor video video oysa istemeye
istemeye gözlerimizin önünden. Şeytana rahmet okutan çağdaş müptezellerin irite
eden süslü sözleri doluyor an be an kulaklarımıza. Reklamlar, haberler,
bildiriler, ifşalar ölümsüzlüğün tarifini veriyor ölümün yamaçlarında dolaşan
zavallı insanlara, insan dediğim bize, size işte...
Sonra unutuyor ve avutuyor insan
kendini hem bütün sevdiklerini, sevmediklerini. Yürekten habersiz, ruhsuz,
arsız şiirler, şarkılar, sözler, kutlamalar ve ağıtlar... En sahici yalanların
cümleye dönüştüğü dilekler ve temenniler ile dolduruyoruz gözlerimize ve
kulaklarımıza sunulan boy boy resimlerin altını. Bir parmak mesabesinde eğreti,
sanal dokunuş oluyor artık içimizden geçen bütün sahtekârlığın, behimi
duyguların ya da dilimizin ucuna düştüğü an eriyen cümlelerin karşılığı.
Oysa ben bu değilim, bu olmamalıyım.
Ben ki âlemi ervahta insan olmaya söz vermiş insanlardan bir insan olarak
sahibini badiyeden miraca çıkaran bir aşka gönül vermiş biriyim. Sahici olmayan
ne varsa elimin tersiyle itmeli, kalabalıkların peşine sorgusuzca düşmemeliyim.
Yanı başımda yükselen beton yığınlarına, şöhreti ve şanı yükseltilen boş
adamlara, söylenenlere, yazılanlara, anlatılanlara ve second life hayatlara
inat toprağa yönelmeliyim. Her dem beni çağıran yüreğime, vicdanıma toprağa ses
vermeliyim. Eğmeliyim arada bir başımı, hiç olmadığı kadar.
Sahi en son ne zaman eğip başınızı
ses verdiniz yüreğinize, vicdanınıza ve sizi çağıran o toprağa. En son ne zaman
bütün her şeyinizi bir kenara bırakıp insan gibi, hakikatlice kıyama durdunuz
Rabbin huzurunda. En son ne zaman hissettiniz peygamberden yana sımsıcak bir
aşkı. En son ne zaman baktınız sevdiğinizin gözlerinin içine, ne zaman sahici
bir gülümseyişle gülümsediniz yüzüne. En son ne zaman sarılıp sevdiğinizi
söylediniz doya doya.
En son ne zaman sevindiniz gerçekten
bir doğuma ve en son ne zaman en sahici mutluluk ifadesi cümleler kurdunuz
dostlarınızın doğum gününe. En son ne zaman gerçekten sevindiniz dostlarınızın
başarısına, mutluluğuna, yükselişine, zengin oluşuna, mutlu oluşuna. Bir de en
son ne zaman üzüldünüz gerçekten ama gerçekten bir cenaze haberine. En son ne
zaman dert ettiniz sokağınızda, mahallenizde, şehrinizde yıkılan bir ailenin
ortada bıraktığı melül ve mahzun bakışları kapılara takılı kalmış sabilerin
halini.
En son ne zaman sokak ortasında kendi
haline bir hayvana uzaktan da olsa bakıp merhamet nazarıyla baktın, seyrettin
onu kalbin yumuşayana dek? En son ne zaman bir mülteci olsaydım ne çekerdim
deyip de ses verdin çocuklarıyla bir başına kalakalmış Suriyeli bir kadının
feryadına. En son ne zaman gözyaşı döktün ziyan olmuş zamanların için? En son
ne zaman, geleceksin elbet bir gün bana yar olacaksın diyen o toprağa kulak
verdin ve de bastın çıplak ayaklarınla? Sahi en son ne zaman dinledin kalbinin
derinliklerinde kaybolan vicdanını, en son ne zaman ?