Maarifin Türkçesi olarak yazdım başlığı. Eğitim halimi takrire kâfi gelmedi. Bir medeniyetin en nitelikli sosyal, kültürel, edebi ve insani birikimi büyük medeniyet havzasının ortasında yer alan şehirlerde oluşur. Bu birikimi gelecek nesillere aktarma aracı ise dildir. Kitle eğitiminin hayatımıza hakim olduğu günümüzde ise dilin mahiyeti, enginliği, zenginliği ve derinliği kitle eğitiminin birinci meselesi haline gelmiş durumdadır. Dilimizin yapı taşları kelime ve kavramlardır. Dilimizin sınırları ve zenginliği aynı zamanda düşüncemizin sınırlarını da belirler.

Kelimelerin kelimelerden ibaret olmadığını yazılı metin okumalarında ve  metin çevirilerinde çok daha iyi anlayabilmekteyiz. Sınavlarda bu işin iyi bir göstergesi olabilmekte. Konuya aynı cepheden ya da aynı başlıklardan değil de biraz daha farklı başlıklardan girmek istiyorum: Kelime haznesi.

Aynı meramı farklı kavramlarla ifade zenginliği aslında düşüncede bir genişlik ve derinlik sağlar. Kelime hazinesi, kelime kadrosu, söz varlığı ya da Fransızca söyleyişi ile vokabüler. Yani bir dilde kullanılan kelimelerin sayı miktarını anlatan kavramların bütünü. Tabii bunların sadece kelime haznesinin kelime haznesinden ibaret olmadığını ifade için Yılmaz Özakpınar hocanın bir sözü ile konuya giriş yapmak istiyorum. ‘’Kelimeler hakikatleri anlama aygıtlarımızdır’’ diyor Hoca. Allah uzun ömür versin herhalde 90’lı yaşlarına geldi şimdilerde. Biz kendi hakikatlerimizi eğer kelimeler üzerinden anlayıp çocuklarımıza medeniyet mirasımızı aktaracak kelime hazinesi oluşturacaksak önce kelime hazinesini ya da kelimelerimizi kavramlarımızı kavrayacak bir zihin inşa etmemiz gerekiyor.

Yıllar yılı maarifimiz üzerine bir zihin ve fikir çabası ortaya koyduğumuz için bizi tanıyan pek çok dost ortamına girdiğimizde ‘’maarifimiz’’ diye bir hitapla karşılanmaktayız pek çok zamanlarda. Demek ki önce anlam ve anlama alanımızı inşa etmemiz gerekiyor. Bunu anlatırken de maarifimizdeki iki temel soruna göz atmamı gerekiyor: Biri millilik, biri eğitim.

Bunu izaha da şuradan başlamamız uygun olur kanaatindeyiz. Bizim ilköğretimde 1968 ilkokul programı birey temellidir. Bu birey cemiyet temelli değil atomize bireydir. Program Ford vakfınca finanse edilmiş. Hazırlığı 13 yıl kadar sürmüş, 1955 yılından başlayıp 1968’de, en son sonuç bildirgesi Viyana’da ilan edilmiş bir çalışmadır.  

lkokul programı demek insan modelinizin, insan idealinizin tasavvur edilmesi demektir. Şu an ki ilkokul programının özü bugünkü pragmatik dünyaya egemen Amerikan felsefesinin bizde de uygulanmasına dayanır. Bugünkü o felsefenin uzantılarını ifade eder bu program.  

Biz insan modelimizin kelime haznesi hedefi üzerinde durmak istiyoruz. Bu noktaya gelirken tabii ki şu an İlköğretimde, ortaöğretimde ve üniversitelerimizde ortalama kullanılan kelime kadrosu ya da kelime hazinesine dair ulaştığımız bilgileri paylaşalım.  

Ama ondan önce bunun evvelini anlatmak istiyorum. Bir başka araştırma sonucu elime ulaştı, o da şu: Fuzuli’nin şiirlerinde kullandığı kelime sayısı 18.000. Oradan 100 küsür yıl öncesine geliyoruz, Ahmet Mithat Efendi’nin kitaplarında kullandığı kelime sayısı 13.000. Peyami Safa’nın kitaplarında kullandığı farklı kelime sayısı 6700. Oradan günümüze doğru bir yazar Yaşar Kemal’in kitaplarında kullandığı kelime sayısı 2700-2800 civarında ve günümüze geldiğimizde de oradan da günümüze gelip ders kitaplarının durumunu ifade edeceğiz. Ama bu nasıl inşa olmuş batıda anasınıfının hedefi, mesela İngiltere-Almanya örneğinde 2000 kelime. İlköğretimde 7000, ortaöğretimde 5000 şeklinde ve olgun bir bireyin kazanması ya da öğrenmesi gereken kelime sayısı 20.000 şeklinde belirtilmiş.

Bizim önce kendi hakikatimizi kavrayabilmek için kendi hakikatimizle örülü bir kelimeler dünyası inşa etmemiz gerekiyor. Bunun içinde İmam Gazali’nin ifadesiyle kendisiyle ‘’mevki makam’’ elde edilen bir ilim anlayışını değil, hakikate götüren ilim anlayışını egemen kılmak gerekiyor.  Bunun için neslimizin inşasına, önce Milli Eğitimin felsefesinden başlamamız icap etmektedir. Burada konunun başta felsefesi olmak üzere pek çok yönden bakmak gerekiyor.

İngiliz eğitim sisteminin, onların tarih ve felsefesine dayanan bir milli felsefesi var. İçinde John Locke ve tecrübî felsefe olan, Şekspir olan bir İngiliz eğitim felsefesi var. Alman eğitim felsefesini incelediğinizde oranın felsefesinde Emanuel Kant var. Fransızlarda Dekart ve Kartezyen felsefe olan bir eğitim felsefesi hakim durumda.

Biz millilik  ve eğitim olarak ele alalım. Bizim eğitim sistemimizin bir milli felsefesi bulunmamakta. Yani burada insan idealimizi tasavvur ettiğimiz, nasıl bir insan, her kademede kaç kelime ile konuşan insan sorularına cevap oluşturabildiğimiz bir eğitim modeli oluşturmamız gerekiyor. Bunun içinde kendi kimliğimizi nasıl inşa edeceğimize, hangi kavramlarla inşa edeceğimize dair suallerin de cevaplandığı bir insan ideali oluşturmak gerekiyor.  

Görüldüğü gibi birinci meselemiz bir milli eğitim felsefesi inşa etmek. Ondan sonra onun üzerine kelime ve kavramlarımız inşa etmek. Burada şunu belirtmek istiyorum: Ortalama araştırmalara göre bizim ilköğretim sistemimizdeki kelime kadrosu ya da kelime haznesi 1000-1500 kelimeden müteşekkil. Bunun da %10’u günlük hayatta ancak kullanılabildiğini varsayalım, yani 100 -150 kelime ile konuşuyor bir öğrenci.

Ortaöğretimde 1.500-2000 bunun yüzde 10’unu ancak kullanabildiğini kabul edecek olursak, 150-200. Üniversitelerimizde kullanılan kelime sayısı dikkat buyurulsun 3.000. Bunun da %10’unu kullanabildiğimizi varsayacak olursak 300 kelime ile 250 kelime ile çocuklarımız gündelik hayatlarını sürdürüyorlar. Birincisi bu tespiti yaptıktan sonra eğitim ve felsefe tanımdan işe başlamamız gerekiyor. Türkiye’de şu anda öğretmen yetiştiren kaynak olarak 100 kadar  Eğitim Fakültesi var.  Bunların tamamında öğretmenliğin daha ilk senesinden itibaren yıllardan beri öğretilen, yıllardan beri tekrar edilen bir tanım var, “zoraki ve istendik tavır değişikliği”  Kimi nasıl ‘’zoraki’’ eğitime tabi tutuyorsunuz? Sistemden önce tanımın kendisi terbiyeye muhtaç. Bir terbiye sistemi düşünün insanına zoraki bir tavır değişikliğini reva görmekte.

Bir kere bizim eğitim sistemimizin terbiyeye ve terbiye edilmeye ihtiyacı var. Felsefesinden başlayarak tanım ve tarihinden başlayarak yeni baştan yapılandırılmalı. Bir diğer nokta da bizim ders kitaplarımızın yazımında durum kilitlenmiş vaziyette.  

Bir dil iki temel alandan teşekkül eder. Birincisi yazılı anlatım. Ders kitaplarındaki bu alan büyük ölçüde  eğitim fakültelerinden yetişen kadrolarca hazırlanıyor. Burada zikredilmesi gereken bir başka husus daha var. Dilimizde bir de sözlü anlatım diye bir başka geniş alan var. Kısaca söz edelim. 

Bizim düğünümüz var, derneğimiz var, akademik ortamlarımız var,  cenazemiz var, dergahımız var,  cemiyetimiz var ve bunların her birinin bir dili var. Askerliğimizin kendine mahsus bir dili var. En son seyirlik olarak gittiğim maç 1985 yılında Denizlispor-Fenerbahçe maçı idi. Ayrı bir dünya var orada, ayrı bir jargon var, ayrı bir kelime kadrosu var. Statlara gidiyorsunuz ya da kahvehanede ayrı bir kelime kadrosu, berbere gidiyorsunuz ayrı bir kelimeler dünyası var. Şu kadarını söyleyelim. Bizim çocuklarımız günlük hayattaki konuşma dilinin tamamına yakınından habersiz durumda. Çünkü bu konuşma dili ders kitaplarına asla yansımıyor. Ders kitaplarımız konuşma dilinin hiçbir kısmına yer vermiyor.

Bu salgın döneminde şunu gördüm, çocuklarımız okul müfredatından uzaklaşıp aile yani anne baba ortamına döndüğünde yapılan ilk YKS sınavında çok büyük bir başarısızlık oldu. Ben onu da anlam ve anlama dünyasına bağlamak istiyorum. Çünkü çocuklarımızın  ailelerde konuşulan anneden babadan  öğrendiği bir Türkçe var. Bu Türkçe anne baba dili. Konuşma dilini de içinde barındıran bu Türkçe’ye hiçbir araştırmada rastlayamadım. Konuşma dili ile ilgili bütün literatürü taradım bir tane konuşma dili ile ilgili yapılmış araştırmaya rastlayamadım.  

Bizim ders kitaplarımız, medeniyet müktesebatımızı yeni nesillere kazandıracak bir zenginlikte olmalı. Ders kitapları bir büyük mesele. İşin odak noktası ders kitaplarımızın yazımında düğümlenmekte. Burada öncelikle zihniyet olarak bizim eğitimimizi milli bir kimliğe kavuşturacak felsefe oluşturmamız gerekiyor. Bu felsefenin içinde başarıyı kültleştiren değil, çabayı ve süreci değerli kılan, insanın yeryüzünü imar etme anlayışını hakim hale getiren, medeniyet tarihimizi ve dilimizi sevgi, ideal ve şuur haline getiren bir bakış geliştirmek gerekiyor.

Bu zihniyet ve bakış açısı etrafında öncelikli öğretilecek kelimeler ve kavramlar dünyası oluşturulmalı. Sonrasında ders kitabı yazımını bu kelime ve kavramlar dünyası üzerinden inşa etmemiz gerekiyor.

Maarifimiz, neslimizin kültürümüzü ve kimliğimizi geleceğe taşıyabileceği sahih bir Türkçe öğretimine dayanmalı.

Memiş Okuyucu

Şehir ve Kültür, Sayı: 102

https://www.maarifinsesi.com/maarifin-turkcesi/