Bitip
bilmeksizin her daim çoğalan bir hazinedir, üç nokta?
Eskiden
askerlik uzun yıllar sürmekteydi. İkinci Cihan Harbi yıllarında askere
gidenler, askerliğin ne kadar süreceğini de bilmeksizin, belirsizlik içerisinde
askere gideceklerdi. Bunlardan birisi de Erzurumlu Hasan`dı.
Eskiden şimdi
yaşanan hayatın dışında bir hayat yaşanırdı. Elbette yaşantıya yön veren şartlardır.
Şartların zorluğu, insan hayatını zorlaştırmakta, bu zorluk insanın doğumdan
ölüme kadar yakasını bırakmamaktaydı.
Kurak
mevsimlerde bitkiler erken tohuma durmak için, erkenden sararır, boyu yeterince
uzamaz. Bitki bile neslinin devamı için kendinden fedakârlıkta bulunur.
İnsanlarda seferberlik zamanlarında, kıtlık zamanlarında delikanlılığını
yaşamadan gençliğine ulaşmadan erkenden evlenirler. Meşakkat artıkça artar. Erzurumlu
Hasan?da zorlu şartlarla erken tanışmış, türlü meşakkatler tatmıştı.
Hasan,
evlenmiş ve askerlik pusulası çıkıp gelmişti. Vakit ayrılık vaktidir. Fakat
arkada kalanlar? Ne olacak, nasıl olacak sorulardan harman olur da cevaplardan
bir avuç mahsul çıkar mı, muamma?
Hasan
vedalaşmaya çoktan başlamıştır, emmi, dayı, dağ, ova? Herkes ve her şeyle vedalaşmıştı. Gidip de dönmemek, dönüp de görmemek de vardır neticede. Anne ve
babasının ellerini öpüp helallik alır ve eşiyle vedalaşmak için kendi odalarına
gider. İkisi de konuşamaz ikisi de tıkanır. Hasan bir şeyler söyleyecek olur.
Oda o kadar büyük gelir ki gözüne, yayla yolu gibi uzak. Konuşsa duyulmayacağını
hisseder. Susmak elem vermektedir. Demin ki duvarlar gitmiş yerine mahpus
damında, hücre duvarları gibi dar bir yer olup, sıkmıştır kendini. Boğazını
kontrol etmiş yalandan da olsa öksürecek takati bulamamıştır kendinde. Neden
sonra eşi ??gidiyorsun?? diyebilmiştir.
Gidiyorsun; gitmesen olmaz mı, gitme kal, ya
beni de götür ya sen de gitme gibi uçsuz bucaksız anlamlar içermekteydi.
Gidiyorsun; serzenişti, beni kimlere bırakıyorsun sorusuydu. Ben anamı babamı
kardeşlerimi uğruna terk edip geldiğim, sen nerelere gidiyorsun, sitemiydi.
Hasan eve
mektup göndereceğini, mektubun sonuna üç nokta koyacağını belirtir ve ekler.
O üç nokta senin içindir. Unutma üç nokta?
Hasan askere
gideli sekiz on ay olmuştur, henüz haber alınamamıştır. Askerlik o zaman
yıllarca sürmektedir, ulaşım ve iletişim ise hak getire. Nihayetinde sekiz on
ay sonra ilk mektup gelecektir. Şehre inen köylülerinden biri elinde Hasan`ın mektubuyla çıkagelmiştir. Tabi bu iş muştuluk (müjdelik) bir iştir. Yani
karşılığında değerin büyüklüğüne göre bir hediye alınmasıdır.
Konu komşu,
emmi dayı toplanırlar. Köylerde bir de oturuş düzeni vardır. Kişinin yaşına,
evsafına uygun oturma düzenidir. Tabiri caizse protokol yerini alır. Herkeste
okuma bilmediğinden bir okuyucu gelir. İsim isim herkese selam söylemek, selam
söylenen kişinin halini sormak adettendir. Misal, Mehmet Emmime selam eder,
ellerinden öperim, Mehmet Emmim nasıl? Gibi kalıp cümleler, kişi ismi ve
akrabalık değiştirilerek yazılırdı. Mektubu okuyan, bazen yazandan kaynaklı,
bazen kendinden kaynaklı hatalarda uzunca duraksamalar yapardı. Bu duraksamalar
hata olarak algılanmaz bilakis okunan mektubun efsununu, dinleyicinin
iştiyakını artırırdı.
Hasan`ın mektubu da ev ahalisi, akraba-i taallukat tarafından büyük bir merakla, tören
usul ve esaslarına uygun bir şekilde dinlenmekteydi. Umulan olduğu üzere
kimsenin gönlünü kırmadan, sorulması gereken herkesin hatırını sormuştu. Biraz
da kendi durumundan bahsetmişti, biz iyiyiz tek kaygımız sizsiniz yollu,
karşıdakini ümide sevk edici ifadelerle.
Fakat eşinden
hiç bahsetmemişti, selam kelam hiçbir şey yoktu. Aslında bahsetmesi tuhaf ve
ayıp olurdu. Çünkü erkekler eşlerinin ismini ulu orta belirtemez, ismine iş ve
işlem yapamazdı. Bunu eşi de biliyordu ve böyle bir beklenti içinde de değildi.
Kızcağızın tek derdi uygun bir zamanda mektubun sonunda üç nokta var mı yok mu
onu kontrol edebilmekti.
Viktor
Frankl?ın İnsanın Anlam Arayışı adlı eserinde ??İnsanın yaşama amacı olursa,
hayatının bir anlamı olur?? tezini savunur. Yaşama amacı olan insanların, Nazi
Toplama Kamplarında mutlu olabildiklerini, aucshwitz (fırın) odalarına giden
insanların bile mutlu olabildiklerini gözlemlemiştir. Aksine amaçsız insanların
en konforlu ortamlarda bile bunalım geçirdiklerini ifade etmiştir.
Hasan`ın eşinin yaşama amaçlarından biri haline gelmişti, üç nokta. Yani hayatının
anlamıydı. Üç nokta belki üç dağ, belki üç gezegen, belki üç yıldızdı, belki de sonsuzluktu. Mektup okunmuş, herkes dağılmıştı. Mektubu özenle kaldırıldığı
yerden aldı. Hiç kimse görmeden aceleyle mektubu açtı. Yaşama amacı, hayatının
anlamı üç nokta. Hayatı anlam kazanabilir, ya da anlamsızlaşabilir, hayalleri
yıkılabilir, ümitleri kırılabilirdi. Hiçbir satırını okumadan, mektubun
sonundaki üç noktaya baktı. Üç nokta yerli yerinde duruyordu. Bu üç nokta kadar
hiçbir şey kendisini mutlu edememişti ve edemeyecekti.
Hasan ne
yazarsa yazsın üç noktanın hissettirdiklerini asla başaramayacaktı. Üç nokta
bitmek bilmeyen bir hazine hükmündeydi. Asıl servet her durumda mutlu olmanın yolunu bulmaktır. Mutlu olanlar gerçek hazinenin sahipleridir.