REBİÜLEVVEL AYININ ÖNEMİ VE FAZİLETİ

Rebiülevvel, Hicrî yılın üçüncü ayıdır. Kamerî yılın saferden sonra gelen üçüncü ayına rebîü’l-evvel (birinci rebî‘), dördüncü ayına da rebîü’l-âhir (sonuncu rebî‘) veya rebîü’s-sânî (ikinci rebî‘) denir. Sözlükte “bahar, bahar yağmuru, bolluk ve bereket” gibi anlamlara gelen rebî‘ Arapça’da hem ay hem de mevsim adı olarak kullanılır. Araplar iki ayrı mevsim için de rebî‘ kelimesini kullanmışlar, çiçeklerin açıp mantarların bittiği bahar mevsimine Rebîülevvel, meyvelerin yetişip olgunlaştığı güz mevsimine de Rebîüssânî adını vermişlerdir.

İslâm tarihinde rebîülevvel ayının önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.) genel kabule göre Rebîülevvel ayının 12’sinde Pazartesi günü dünyaya gelmiş ve bugünün kutlanması Müslüman toplumlarda bir mevlid geleneği oluşturmuştur (bk. MEVLİD). İslâm tarihinde bir dönüm noktası sayılan hicret de rebîülevvel ayında gerçekleşmiştir.

Safer ayının sonlarında Hz. Ebûbekir’le (r.a.) birlikte Sevr mağarasına sığınan ve 1 Rebîülevvel’de buradan ayrılıp Medine’ye doğru yola çıkan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) 8 Rebîülevvel Pazartesi günü Kubâ’ya varmış ve burada Kubâ Mescidi’ni inşa etmiştir. 12 Rebîülevvel’de Medine’ye hareket etmiş, Rânûnâ vadisinde ilk cuma namazını kıldırdıktan sonra aynı gün Medine’ye ulaşmıştır. Bu ayın içinde Mescid-i Nebevî’nin inşasına başlanmıştır.

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) âhirete irtihalinin de Rebîülevvel ayında olduğu konusunda görüş birliği vardır. Meşhur olan rivayete göre Resûl-i Ekrem 12 Rebîülevvel Pazartesi günü vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) doğum, hicret ve vefatının Rebîülevvel ayında ve pazartesi gününde olması bazı araştırmacılarca, Rebîülevvel ayının Araplar’da bolluk ve bereket ayı sayılması ve eski medeniyetlerde pazartesi gününün ayın yaratıldığı gün kabul edilmesiyle irtibatlandırılarak İslâm’da ibadet vakitlerinin belirlenmesi bakımından ayın önemli bir yeri olduğu, hilâlin Müslümanlar için sembolik bir anlam taşıdığı ve bunun evrenle insanın kaderi arasındaki ilişkiye işaret ettiği ifade edilmiştir. (Ahmad Hassan al-Zayat, XXXII [1961], s. 1)