Anadolu’nun sahip
olduğu en büyük antik kentlerden birisi olan Sagalassos Antik Kenti’ni ziyaret
etme fırsatı buldum. Bildiklerimin yanında görmemle kente hayranlığım bir kez
daha arttı. Antik kent hakkında bir yazı yazmayı düşünürken, yakın arkadaşım ve
dostum Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Arkeoloji bölümünde çalışmakta olan
Doç. Dr. Ertuğ ERGÜRER’in, öğrencilik yıllarında orada kazı yaptığını öğrendim.
Hal böyle olunca kendisi ile hem sohbet etmek hem de Sagalassos Antik Kenti’ni
konuşmak için bir görüşme gerçekleştirdik. Buyurun bakalım, sohbetimizde
arkeolojiden, tarihe, tarihten Gedrude Bell’e, neler var neler…
· Ertuğ
hocam ben sizi çok yakinen tanıyorum ve işinize olan saygınızı ve sevginizi
biliyorum. Okuyucularımız için kendinizi tanıtır mısınız?
Ankara 1980 doğumluyum, uzun yıllar Ankara’da yaşadım,
daha sonra Atatürk Üniversitesi Arkeoloji bölümde lisans öğrenimimi tamamladım.
2005 yılında aynı üniversitede doktoraya başladım. 2013 Ocak ayında Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesine Yrd. Doç. Dr. olarak atandım.
Arkeolojiye başladığımdan beri kazılara gidiyorum, ilk
Muğla’ya gitmiştim, 4 yıl Sagalassos’ ta, 12 yıl Parion Antik Kenti’nde, son iki sezondur da Smyrna ve Syedra gibi
farklı farklı kazılara gidiyorum. Tabi süreç devam ediyor, bundan sonra da
böyle devam edecek.
· Çocukluğunuzu
düşündüğünüzde, bu mesleği nasıl seçtiniz. Şu an soruyoruz ya çocuklara
büyüdüğünüzde ne olacaksınız diye, çocukların saydıkları meslekler bir elin
parmaklarını geçmiyor. Peki, siz arkeolog olmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında benim şöyle bir avantajım vardı, annem ve babam
Kültür Bakanlığı personeli, onlar arkeolog değillerdi ama arkeologların
bulunduğu, o zaman ki adı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde
çalışıyorlardı. Devamlı kitaplar geliyordu, annem ve babam devamlı değişik
kitaplar okuyorlardı. Kitaplardan görüyordum eserleri ya da başka şeyleri,
kendi içimde arkeolog olabilirim, diyordum. Öyle bir yönlendirme oldu başta ama
başka hayallerim de vardı. Mesela,
öğretmen olup, köye yerleşmek gibi bir hayalim vardı. Ama her halde
arkeolog olmak aradığım, olmak istediğim,
dünya ya bir daha gelsem yapacağım meslekmiş.
· Mesleğini
bu kadar içleştiren ve seven bir insan olarak bu mesleği seçmek isteyecek olan
gençlere önerileriniz neler olur? Arkeolog olmak zor bir meslek midir?
Bu meslek zor bir meslek ama bence mesleklerin içinde en
keyiflisidir. Güzel sanatlar gibi hem heykel ile hem seramikle hem camla hem
başka objeler ile uğraşıyorsunuz. Sadece onlardan farkı, yapılan şeyleri
tarihleme ya da sitillerine bakma veya birbirleri ile benzerliğini araştırmayı
gerektirmesi.
Kazılarda yirminci senemdeyim ve kazı sezonu olmayan bir yıl
düşünemiyorum. Kendi açımdan bir eseri bulmak, toprak altından çıkarmak kadar
zevkli bir şey yok. O heyecan inanılmaz bir şey. Böyle düşünüldüğü gibi sadece
fırça ile çalışmıyor arkeolog. Fırça, çalışılan yerlere göre değişen bir
aparat, tabi höyüklerde daha ince hassas çalışılması gerekiyor, Roma
Kentleri’nde iş biraz hızlı gider, ancak hassasiyet gerektiren yerlerde yine iş
fırçalara ve işçi aletlerine kadar iner.
· Bu
yazımızı ülke genelinde okuyacak olan ve meslek seçme arifesindeki gençler için
neyi önerirsiniz? Çünkü arkeoloji seçen pek öğrenciye rastlamıyoruz.
Şuan maalesef
Anadolu’nun her yerinin tarih olmasına rağmen uzun yıllardır kadrolarda bir
sıkıntı var. Ancak son dönemde KPSS puanıyla ve 3 yıllık kazı şartıyla kazılara
arkeolog alındı. Genellikle devam edenler ya akademisyenlik ya da devlet
memurluğu için çalışıyorlar. Biraz sabırla ben görmedim kadro alamayan bir yere
giremeyen.
· Öğrenciler geliyor mu? Arkeoloji son
zamanlarda tercih edilen bir bölüm mü?
Şuan nicelik ve nitelik bakımından sıkıntılı bir
dönemdeyiz. Şöyle bir sıkıntımız 2009-2010 döneminde sözel bölümden öğrenci
alırken, şimdi eşit ağırlıktan almaya başladık. Gitgide öğrenci sayımız düştü
gitgide bölümler kapanıyor. Mesela biz birinci sınıfa öğrenci alamadık, ÖSYM
direkt tercihten kapattı. Bunu yaşayan 20 bölüm var. Merkez ve deniz
kenarındaki büyük kent üniversitelerinde güçlü bir şekilde devam ediyor. Küçük
kıyı kentlerde ve küçük iç kentlerde bu durum söz konusu.
· Hocam
şimdi sizinle Sagalassos Antik Kenti’ni konuşalım istiyorum. Çünkü çok yakın
bir zamanda oraya bir ziyarette bulundum ve gördüklerim karşısında şaşkınlık
yaşadım. Burasının tanıtılması açısından bir yazı yazmalıyım diye düşünürken
sizin orada çalıştığınızı öğrenince hem mesleğinizi hem antik kenti hem de
arkeolojiyi konuşalım istedim. Siz orada 4 yıl çalıştım dediniz.
Söyleyecekleriniz çok önemli. Orayı bize anlatır mısınız?
Sagalassos Antik Kenti biz arkeologlar için okul özelliği
taşımakta. Türkiye’deki en iyi kazılardan olan bir yer, orada çalışan herkes
hemen hemen bugün akademisyen. Kazı olarak ilk beş sayılırsa belki birinci
sırada Sagalassos olur ve devamı gelir. Sagalassos, Prof. Marc WAELKENS, tarafından
Belçika’nın desteği ile 1985 tarihinde başlatılıyor, daha sonra emekli olduktan
sonra şimdi Prof. Dr. Jeroen Poblome devam ediyor.
Disiplinler arası birçok çalışmanın yapıldığı bir yer. O anlamda da bütün
kazılardan farklı.
· Ertuğ
hocam burada araya girmek istiyorum izninizle, hani disiplinler arası dediniz
ya, bir eğitimci olarak disiplinler arası çalışmaları çok önemsiyorum ve önemli
buluyorum. Özellikle STEM dediğimiz
disiplinler arası çalışmadan bahsedebilir misiniz?
Disiplinler arası derken; aslında arkeolojinin ilişkili
olmadığı bir bilim dalı yok, orada antropologlar, zoologlar var, konservatör var, deprem araştırmacıları var,
tarihçiler var, farklı farklı birçok bilim dalından insan var. Böyle olunca da
disiplinler arası oluyor ve temel bilimler işte arkeoloji, konservasyon, mimari ve restorasyon, bunlar temel ve
bunları birbiri ile ilişki içerisinde iyi yaparsanız, iyi kazı haline
gelebiliyorsunuz. Tabi bunları da diğer disiplinler ile çok iyi bir şekilde
destekliyorlar. Bunun için özel fonlar yardımıyla, özel projeler yardımıyla çok
iyi işler başardılar. Çok güzel restorasyon projeleri var örnek
gösterilebilecek, mesela bir çeşmesi var, Dor Çeşmesi,
Antoninler çeşmesi, Hereon bunların hepsi çok güzel örnekler. Tabi bu
kazıdan çıkan malzemeler Burdur’da çok da güzel bir müzeye sebep olmuş. Müzede
çok iyi kurulmuş, o dönem ben çalışırken Hacı Ali Bey müze müdürü idi ve çok
güzel bir müze haline getirmişler. Müze
şu an çok fazla eserle destekleniyor, zaten son yıllarda da çok özel eserler
çıktı, Roma İmparatorları Hadrian ve
Marcus Aurelius'un heykelleri çıktı. Onlarda çok özel
eserler. Bunun yanında çok iyi yayınlara sahipler, mümkün oldukça çok yayın
çalışması yapıyorlar. Bu da tabi ki bizim için önemli. İç bölgedeki bir kenti
rahatlıkla oradaki malzemeleri tanımamıza olanak sağlıyor.
· Arkeolojik
kazılar için çok büyük bir bütçe gerekli değil mi?
Evet, burası çok
büyük bir bütçe ile destekleniyor. Ama sadece kazı yapacaksanız, küçük
bütçelerle de işler yapılabiliyor ama o zaman da sadece kazı yapılıyor.
Özellikle restorasyon işin içine girdiğinde işin rengi değişiyor. Çünkü
malzemeler pahalı, tamamlama yapılması için heykeltıraş gerekiyor, sütun
kaldırılacak vinç gerekiyor, yapıştırılacak özel malzemeler gerekiyor, böyle
olunca pahalı oluyor ve çok büyük bütçeler gerekiyor. Ancak küçük bütçeler ile
güzel çalışmalar yapılabiliyor. Ona göre çalışıyorsunuz bu sefer. Sagalassos
gibi açık büyük mimarileri açmak yerine daha küçük ölçekli çalışıp,
restorasyondan biraz daha uzak durarak, sadece arkeolojik ve diğer bilimlerle
ortaklaşa giderek bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Ama Sagalassos çok güzel
bir örnek hepsi için.
· Hocam
Sagalassos’ta ilk başladığınız yıl ile 4.yılın sonunda nasıl bir fark gördünüz?
Tabi ilk kazıya başladığımda öğrenciydim, 2002 yılı ilk
bir Türk ekibin kazısına gitmiştim. Belçikalılar, birçok farklı ülkeden gelmiş
insanlar, ilk gittiğimde İngilizce problemi yaşadım. Tabi ilk gittiğimde herkes
bana İngilizce bir şeyler sordu tedirgin oldum. Sıcak bir ortam vardı geçiş
aşaması çabuk oldu. Ondan sonra ilk yıl bir farklılık hissediyorsunuz, inanılmaz
bir hiyerarşi var yeni gelen bir öğrencinin kendi kafasına göre hareket etmesi
çok zor. Prof. Marc Bey her şeyi kontrol ediyordu, bütün alanları kontrol
ediyordu. Arazide süpervizör dedikleri kişilere bağlıydık bizlerde, ilk yıl
inanılmaz keyifli geçti. Korkularım insanların samimiyeti ile aşıldı. Ekipte
Türkler de vardı. Öyle olunca uyum sıkıntısı yaşamadım. O dört yıl içerisinde
halen konuşulan bir dönemi yaşadık. Arkadaşlıklar devam ediyor. Mezun olmuş
gibi oldum, kendi hocamın kazısına gittim. Devam etme şansım olsaydı devam
ederdim.
· Şuan
baktığımızda kocaman bir kurulu şehir görüyoruz, işte çeşmesi var, heykeller
var, gün yüzüne çıkmış çok şey var. Daha doğrusu kaldırılmış. Siz orda
çalışırken onlar yoktu her halde.
Kazı 1985 yılında başladığı için 15.16.17 sezona gelmişti
kazı ve bayağı bir süreç geçmişti zaten. Ama ilk fotoğraflarına bakıldığında,
çoğu yer toprak altında. İşte köşeleri, uçları görünüyor. Ancak ben mesela agorada, domestik alanda, odeion ve hamamda çalıştım,
tabi şuan açılmış halini görüyorsunuz, açılmadan önce hiç bir şey yoktu. Ya da
çok küçük bölümleri görünüyordu. Onu algılayabilmek için mutlaka öncesini
bilmek lazım, öncesinde uğrayıp, sonrasında gitmek lazım ya da mümkün oldukça
kentleri bazen tekrar etmek gerekiyor.
· Şimdi
sorma sebebim o, siz başını ve sonunu gördünüz gibi tabi.
1985 yıllarda önceki
hallerine ait çok fotoğraf gördüğüm için onu kafamda kurabiliyordum, ama on
yıldır bende gitmedim. Gittiğimde benim içinde çok büyük bir değişiklik olmuş
olacak.
· Peki,
Ertuğ hocam şunu merak ediyorum, tarihi alanlara insanlar görelim, kültürleri
tanıyalım, fikir sahibi olalım, bugünü yorumlayalım diye giderler ya, peki, bir
arkeolog ne için oralarda bulunur, ne bulur?
Bu dedikleriniz bizim içinde geçerli, ne kadar görürseniz, ne kadar dokunursanız o
kadar iyi anlayacağınız bir bilim. Bazen bir sütun, sütün başlığı, diğer mimari
öğelere ait özellikleri biliyoruz, bunun derslerini de görüyoruz ama mesela Sardes kentinde devasa sütün ve sütun başlığından
bahsedildiğinde, ya da Kyzıkos Hadrian Tapınağı’nda, dört beş insanın el
ele tutuşarak sütun başlığını kavradığından bahsederken kafanızda
kuramıyorsunuz. Ancak gördüğünüzde çok şey değişiyor. O yüzden her zaman
görmek, dokunmak, hissetmek arkeologlar için önemli. Aslında mesleği benimsediğimiz
için yani bir başka bir yeri gezeceğimize kent geziyoruz. Çünkü oralardan
alacağımız öğreneceğimiz şeyler var.
· Ertuğ
hocam, Büyük İskender’in almak için savaş verdiği, günümüzde kimi insanların
aşklar şehri, kimisinin rüyalar şehri, kimisinin de imparatorlar şehri dediği
Sagalassos Antik Kenti için siz ne söylemek istersiniz.
Tabi biz arkeologlar aynı zamanda tarihçilerin
çalıştıklarını bizim öğrenmemiz ve çalıştığımız kentleri de bilmiş olmamız gerekiyor.
O anlamda da İskender’in gelişi, o kenti alışı, hatta çok sinirlenip o kentteki
insanları öldürmesini biliyoruz. Orda İskender tepesi denilen bir yerde var.
Sagalassos Antik Kenti Anadolu’da mutlaka görülmesi gereken kentlerden biri hem
arkeolog, hem tarihçi hem de hiçbir branşta ilgilenmeseniz de vatandaş olarak
gidilmesi gerekiyor. Belçikalılar kazmış ama ne olursa olsun Anadolu
topraklarının bir kültürü ve her Türk vatandaşının görmesi gerekiyor. Bunun
dışında eğitimcilerinde tabi oradan gidip görmesi ve öğrencilerini götürmesi
çok faydalı olacaktır.
· Arkeologlar
aynı zamanda tarihçi dir de, oraları anlar, oraları görür, geçmişin nabzını
tutar, ellerinden tutarak günümüze getirir. Toprak altında kalmış olan tarihi
günümüze getiriyorsunuz. Güneşe kavuşturuyorsunuz.
Biz aslında kazdıktan sonra malzeme odaklı çalışıyoruz, yani
şu yüzyıl, 5.yüzyıl, 10.yüzyıl gibi tabi bunlar zaman içerisinde tarihçiler
tarafından yorumlanıp, bize geri dönüş olabiliyor. Ya da biz tarihçiler gibi o
eldeki verileri yorumlayıp,” aa evet bakın diyebiliyoruz”.
Mesela örnek verecek olursak, bir istila var, bir savaş
var, bir yıkıntı var deprem var. Jeologlar belirtilmiş, tarihçiler tarafından
yazılmış bir bilgi var. Milattan sonra (MS)
117-118 Hadrian
Dönemi’nde bir deprem olmuş. Siz arkeolojik olarak bunu
ispatladığınız zaman oradan gelen bilgileri de kullanarak, o bilgilerle
birlikte hem tarih yapmış oluyorsunuz, hem de arkeoloji yapmış oluyorsunuz. Her
anlamda birleşik ve hepsi birbirine yardımcı. Arkeoloji ne olursa olsun bütün
bilimlerin temeli sayılacak bir bilim. Şuan çalışmadığı çok az branş var. Belki
de belki yoktur bile, tıptan mühendisliğe, mimarlıktan fenne, biyolojiye, her
dalla mutlaka içli dışlı. Hatta iş güvenliği başka dallar, dijital çizimler 3
boyutlu çizimler, mimari ile çok ilişkili. Önceleri derslerde arkeolojinin
ilişkili olduğu bilim dalları 10-11 tane sayılıyordu. Ama şimdi ilişkili
olmadığı hiçbir şey yok.
· Bir
de arkeoloji dediğimiz zaman ya da Anadolu’nun tarihi dediğimizde resim olarak
Gedrude Bell çıkıyor karşımıza. Burada onu da konuşmadan geçmek istemiyorum.
Gedrude Bell’in isminin önünde çok fazla unvan var, arkeolog, gezgin, misyoner,
tarihçi, ajan vb.
Anadolu’ya günümüzde de gelmenin en kolay yolu arkeolog
olmak. Şimdi Gedrude Bell’in özelliği çok cesur bir kadın olması, tabi ki
ajanlık yapması. Tabi bunları yaparken gözlemlerini yazmış, gittiği yerlerde
raporlar tutmuş, resimler çekmiş. 17.yüzyıl sonrası böyle birçok araştırmacı
var ama kadın olarak tek her halde. Ama onun dışında aynı dönemlerde Anadolu’yu
gezen, birçok araştırma yapan bir çok araştırmacı biliyoruz.
· Ertuğ
hocam ben istiyorum ki görüşmemizi torunlarınıza anlatacağınız bir anı ile
bitirelim. Mesleğinizle alakalı bizimle bir anınızı paylaşır mısınız?
Bizim bütün heyecanımız kazı esnasında bulduğumuz eser
ile ilgili oluyor. Ben kazı yapılan araziden ayrılmam, öğrenciyle de aktif
olarak çalışırım. 2011 yılında, Çanakkale Parİon’da, alandan sadece bir kez
ayrıldım. En güzel esenlerden birisini bulduk. Bu çok ilginçtir bana telefonda
haber vermişlerdi.
· Bu
duygu bir babanın çocuğunun doğumunu kaçırması gibi bir şey değil mi?
Aynen öyle, beş dakika önce ordasınız ve siz oradan
ayrılıyorsunuz ve o eser çıkıyor. O çok özel bir eserdi bronz bir kandildi. Ben
gider gitmez bulmuşlardı hem çok sevinmiş hem de çok üzülmüştüm. O öyle değişik
bir anıdır benim için. O kadar fazla anı var ki üzüldüğümüz sevindiğimiz.
· Ben
bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim. Kazılarınız daim olsun…
YORUMLAR